13 Temmuz 2010 Salı

Saklı Lezzetler - Mutfağa Felsefi Bir Yaklaşım

Birkaç hafta önce bir arkadaşımın evinde banyoya girdim ve gördüm ki etrafta okunacak dergiler, kitaplar dolu. İçlerinden biri oldukça ilgimi çekti: Saklı Lezzetler - Mutfağa Felsefi Bir Yaklaşım.. Mutfak, yemek, lezzet denilince beni durdurmak mümkün değil, bir de olayın içine felsefe katılmış olunca kitabı banyoda karıştırmakla kalmayıp arkadaşımdan hemen ödünç alıp başladım okumaya. Bugün sizlerle bu kitabı ve bana düşündürdüklerini paylaşmak istedim.
Kitabın orjinal ismi 'Íntimas suculencia' ve yazarı Laura Esquivel. Laura Esquivel öğrendiğim kadarıyla Meksikalı ve Latin Amerika edebiyatı için hatırı sayılır bir yazarmış. 1989 yılında ilk romanı olan Acı Çikolata (como agua para chocolate) yayımlanmış. Bu kitabın da ismi çok orjinal, İspanyolcada hislerin uç noktasını anlatan bir deyim.. Sanırım bu kitabı da alıp bir an önce okuyacağım. Saklı Lezzetler ise 1998'de yayımlanmış. Kitap su gibi akıcı bir şekilde okunabilen bir deneme. Sayfa dizaynları bir harika. Her sayfada özenle seçilmiş kara kalem resimler var. Önce resimlere bakıyorsunuz gülümseyerek, sonra da hiç sıkılmadan okuyorsunuz yazılanları.

Kitabın ana fikri, mutfağın ve yediklerimizin bizi şekillendirmede oynadığı rolün çok büyük olduğu. Birçok bölümde, şu çarpıcı sözler çıkıyor karşımıza: "Kişiyi yediği, onu nasıl yediği ve onu kiminle yediği belirler. Milliyeti kişinin dünyaya geldiği yerden çok çocukluğumuzdan beri bize eşlik eden tatlar, kokular belirler. Milliyetin toprakla ilgisi vardır kuşkusuz ama toprakla sınırlandırılan sığ fikirden çok daha derin birşeydir. Toprağın verdiği ürünlerle, ürünlerin kimyasıyla ve organizmamıza olan etkileriyle ilgisi vardır. Yediğinizin biyolojik bileşimleri hücrelerimizin DNAsının içine işler ve orada çok içsel tatlar bırakır. Bilinçaltının çok tenha köşelerinde anıların canlandığı yerlere kadar süzülür ve sonsuza dek hafızada yer alır. " Sizleri bilmem ama beni çok etkiledi bu ifadeler. Hangimizin burnuna nefis bir kurabiye kokusu geldiğinde aklımıza, annemizin mutfakta bize pişirdiği kurabiyeleri beklerkenki küçücük halimiz gelmez? Benim hafızamda yer eden onlarca yemek sahnesi vardır böyle. Bir cumartesi sabahı, yoldan gelip anneanneme uğradığım gün bana sunduğu etli kuru fasülyeyi hatırlarım mesela. Ya da her bayram sabahı evimizde pişen bayram çorbasını (etli ve nohutlu yayla çorbası)
Kokular, o sofrada yaşanan sohbetler, ailenin bir arada oturup yemek yerkenki birlikteliği, o anda yenen yemeğin lezzeti, sofradan kalkarken davul gibi olmuş rahatsızlık veren mide ve üste çöken rehavet ve hararet üzerine kana kana içilen çaylar.. Bunlar kültürümüzün, benliğimizin bir parçası, bizi biz yapan en sıcak anılarımız değil mi? Yoksa bir mutfak tutkunu olarak sadece ben mi böyle hissediyorum?
Laura Esquivel, orta halli Meksikalı bir ailenin dört çocuğundan üçüncüsüymüş gerçekte. Ancak bu kitabı, Meksika'da yaşayan soylu ve zengin bir İspanyol ailenin kızıymış şeklinde yazmış. Hikayeye göre çocukken mutfakta yemek yapan annesinin ve anneannesinin yanında çok vakit geçiriyor ancak büyüyüp modern dünyanın kariyer kadınlarından biri olduktan sonra mutfağı terkediyor. Ancak anne olduktan sonra, kızına kendi çocukluğunda yediklerini öğretebilmek, geçmişini anlatabilmek için mutfağa dönüyor ve yıllar sonra mutfağın büyüsünü keşfediyor. Küçük kızının mutfak öyküleri ve yemek pişirmeye degil de, DVDdeki çizgi filmlere ilgi göstermesiyle de modern dünyanın biz kadınlara yaptığını, dişil benliğimizi unutturduğunu hatırlatarak uzun uzun serzenişte bulunuyor..
Mutfağın dişiye aitliği üzerinde de durulmuş uzun uzun. Kadının enerjisini yemeğe geçirdiği fikri tartışılmış. Bazı tariflerin farklı kişiler tarafından yapıldığında farklı lezzetler ortaya çıktığını biliriz hepimiz. Bunu düşününce katılmadan edemedim burada tartışılan fikre.. Bakın nasıl yaklaşmış yazar yemeğe geçen enerjiye ve mutfağın dişil eril ilişkisine etkisine: "Yemek yaparken kullanılan enerji yemek yemeyi aşka dönüştürür. Çiftlerin cinsel kimliklerinin çekildiği, dönüştüğü yerdir burası. Kadın aktif, erkek pasif bir varlığa dönüşür. Kadının enerjisi kokularla, tatlarla, dokunuşlarla erkeğin bedenine sıcak, tadına doyulmaz seksüel zevkler vererek işler. Burada cinsiyetin savaşı yoktur, sadece çok büyük bir zevk vardır".. Bu paragrafı okurken biz türklerin "Erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer" sözünü hatırlamadan edemedim. Bilmem başka yerlerine giden yollar da mideden geçiyor mu.. yorumu size bırakıyorum :)
Yazar aslen Meksikalı olmasına rağmen, kitabın belirli bölümlerinde Meksikalılara yerliler, şeytana benzeyenler, avam, çirkin gibi sıfatlar kullanarak iki toplum arasındaki çekişmeyi de çok açık işlemiş. İki toplum arasındaki ayrım yazarın çocukluk anılarında o kadar net ki, çocuk aklıyla bu çirkin insanların cehenneme layık olduklarını, dolayısıyla da tüm Meksikalı yiyeceklerin de lanetli olacağına inanıp her yediğinin İspanyol kökenli olmasına dikkat ediyor. Bu isyan çok güçlü güçlü olmasına ama lezzetlerin gücü bu ayrımcılığı da aşıyor. Herşeye karşı koyuyor da yazar, bir bardak sıcak çikolataya karşı koyamıyor. Gelinen nokta lezzetlerin, mutfağın, yenilen herşeyin insanları birbirine yaklaştırdığı ve ayrımları ortadan kaldırdığı. İster Meksikalı olsun ister İspanyol, sıcak çikolatanın yaydığı kakao lezzeti tüm mesafeleri aradan kaldırmaya yetiyor.
Bu yazdıklarım kitabın yemeğe ve lezzetlere bakış açısı hakkında bir fikir verir sanırım. Bu fikirlerin her biri üzerinde sayfalarca yazılabilecek, sayısız örnek oluşturulabilecek iddialar. Kanımca bu fikirlerin hepsinde ortak bir yön var, o da lezzetlerin, mutfağın ve bu alanda aldığımız zevklerin asla küçümsenemeyeceği. Dünyanın hangi ülkesinden ve etnik grubundan gelirsek gelelim mutfak tüm insanlar için ortak bir kültür. Evet, hepimiz başka lezzetlerden zevk alıyoruz ama hiçbirimiz sadece doymak için yiyoruz. İnsanı insan yapan en önemli özelliklerden biri bence yemekten alınan zevk. Hepinize bol zevkli sofralar diliyorum..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder