26 Ağustos 2012 Pazar

Pizzeria Vecchia Taormina

Taormina, Sicilya'daki en "in" mekanlardan biri hiç şüphesiz. Taormina, turizm sektörü ilk ortaya çıktığı zamanlarda popüler olmuş, bu güne kadar da popülerliğini yitirmemiş şirin mi şirin bir kasaba. Bodrum, Mikonos, San Tropez gibi merkezler turizm cenneti olmadan burası varmış ve hatta Liz Taylor ile Richard Burton aşkının birkaç bölümü bu şirin ve romantik kasabada yaşanmış. Çicekler fışkırıyor balkonlardan, daracık sokakların gölgesinde limon ve portakal ağaçları sarkıyor damlardan. Arnavut kaldırımlarında gitar ve akordiyon çalan sevimli italyan sanatçıları, küçük sanat galerileri ve hediyelik eşya dükkanları ile dolu sokaklar.

Taormina çok turistik bir yer olduğu için her restorana da güven olmaz elbet. Çok güzel manzaralı, Taormina'ya yanaşan cruise gemilerine bakan pırıl pırıl birçok mekan var ve eminim bazıları çok iyidir ama ben size özellikle canınız pizza çekerse çok beğeneceğiniz bir mekan önereceğim. Pizzeria Vecchia Taormina, bir daracık sokakla bütünleşmiş, şirin bir yer. Sokağın başında tabelasını görüp giriyorsunuz içeri ve sıcak günlerde gölgeler altına koyulmuş masaları buluyorsunuz. Vino Casa Rosso (ev yapımı kırmızı şarap) nefis. Pizzalar dev gibi; asla iki kişi giderseniz iki pizza ısmarlamayın. Üzerinde öyle güzel peynirler kullanılmış ki pizzaların, yerken özel bir zevk alıyorsunuz. Antipasti tabakları da eşsiz lezzetler barındırıyor.

Uygun da bir hesap ödeyip çıkıyorsunuz. Servis biraz yavaş ama olur o kadar. Ada psikolojisi zaten hep rahatlık ve yavaşlık üzerine. Çok dar vakitte gitmeyin ki tadını çıkarın mekanın.



Trattoria al Delfino

Sicilya'ya, özellikle de Palermo'ya yolunuz düşerse üşenmeyip bir 20 km batıya, Sferracavallo'ya uğrayın ve sahilde Trattoria al Delfino'yu bulun. Ama lütfen yapın, burası kaçırılacak gibi bir yer değil; özellikle de deniz ürünlerinden hoşlanıyorsanız.

Sizi bilmem ama ben ana diline hakim olmadığım yerlerde gezerken menüyü elime aldığımda o restoranın en güzel yemeğini ısmarlamaya çalışır, neleri tadamadığımla ilgili de strese girerim. Herşeyi de anlamayınca çoğu zaman şansa ya da garsonun tavsiyelerine teslim ederim kendimi. İşte Trattoria al Delfino bu sorunu ortadan kaldırıyor ve tam bir ziyafet çekmeniz için uygun ortamı sağlıyor. Restoran öğle yemeğinde de akşam yemeğinde de açık, biz öğlen yemeğinde oradaydık, akşam daha bile keyifli oldundan şüphem yok. Yanlız unutmayın, İtalya'da yazın restoranlar öğleden sonra üç gibi siesta için kapanıyor ve yedide tekrar açılıyor.

Restoranın özelliği fiks bir menüyle çalışması ve sizi sipariş verme derdinden kurtarması. Öğle yemeğinde 8 çeşit başlangıç (primi piatti), 3 çeşit makarna/risotto (seconder piatti), bir kapanış sürprizi ve tatlı sunuyorlar. Ayrıca limitsiz beyaz şarap ve su ikram ediyorlar. Üstelik te bu ziyafetin fiyatı kişi başı sadece 27 EUR. Menüde neler mi var.. Dayanamadım, her gelenin fotoğrafını çektim ben.. Açılışta balık pastırması, midye buğulama, karides ızgara, ahtapot salatası, karides kokteyli, kalamar tava, balıklı patlıcan yemeği, havyarlı balık buğulama; sonrasında istiridyeli, sarımsaklı spagetti, deniz ürünlü risotto ve balıklı bir makarna daha vardı. Sonrasındaki sürpriz ise bir istakoz ve kılıç tava.. Bir de kapanış için gelen limonlu sorbet vardı ki, tüm yediklerinizi hazmettirir.

Dahasını anlatmaya gerek yok; fotoğraflara bakıp kendiniz karar verin ve lütfen oralara gidip te buraya uğramadan dönmeyin :)















Şahin Tepesi - Bir Salaş Balıkçı

Karadeniz sahilinin Bulgaristan'a en yakın noktası İğneada'daydım geçen haftalarda. Burası beklentimin çok üstünde bir yer çıktı. İstanbul yakınlarında haftasonu gidilecek mesafelerde nereye gitsem kalabalıktan göz açılmayan plajlara alıştığım için bu boş sahiller, kumsalı döven hırçın dalgalar, mavi yeşil denizin rengi ve küçücük dükkanlarla dolu şirin köy çok mutlu etti beni. Sahilde, hayli vasat, sallasan yıkılacakmış hissi veren bir otelde kaldım ama odamın penceresinden okyanus manzarasını andıran geniş kumsalı ve birkac metrelik dalgaları seyretmek çok keyifliydi. Bu yazın sıcak gecmesi de Karadeniz'i bile ısıtmıştı ve dalgalarla boğuşmaya razı olup denizin de keyfini çıkardım.

Karadeniz olur da balık olmaz mı? Kalkanı meşhur İğneada'nın. Bunun dışında da bol bol taze balık bulunası bir yer ama sezon da uygun olmalı tabi. Yazın kıt oluyor balık. Eylülde açılacak yeni balık sezonu, gitmek lazım tekrar. Size bahsetmek istediğim yer bize İğneada'daki birkaç kişinin tavsiyesi üzerine gittiğimiz Şahin Tepesi Restoran. Şahin Tepesi, İğneada'da liman üstünde, bir tepeye kurulmuş salaş bir yer. Ramazanda gittiğimiz için mekan çok boştu, bir de biz öğleden sonra gidince tek konuğuyduk mekanın. Harika bir kalkan, tazecik sebzelerle hazırlanmış bir salata yedik ve uçsuz bucaksız Karadeniz manzarasını seyrettik doya doya. Servis te, yediklerimiz de çok nefisti, İğneada'da gidilecek mekan olarak tavsiyem olur.

Tam çıkacaktık ki restorandan, mekanın sahipleri gelip tekerimizin patladığını haber verdiler. Tekeri şişirmeye de yardım ettiler hiç düşünmeden o sıcağın altında. Böyle şeyler çok etkiliyor insanı; küçük jestler ama gönülden yardım eden insanları görmek çok sevindirir beni. İşte bu yüzden bir kez daha öneriyorum Şahin Tepesini. Yolunuz düşerse uğrayın derim.




23 Ağustos 2012 Perşembe

İzmir'de Cennet Bir Mekan : Cumba

İzmir'e yolum düştü yakın zamanda ve kime sorsam nerede ne yenir diye, bir Deniz Lokantasi'dir gitti. Tamam, Deniz de cok kotu demiyorum ama özel mi emin değilim. Zaten bana bu tavsiyeyi veren İzmirli arkadaslar da ozur diler bir edayla "İstanbul'da lezzet kovalayan birine uyar mi bilmem ama İzmirin ünlü mekanıdır" diyerek neredeyse mahçup bir tavsiyede bulundular. Ama bir arkadasimdan baska bir tavsiye daha geldi ki, iyi ki gelmiş. Artik "Cumba" benim İzmirdeki en favori mekanim oldu.

İzmir'de deniz kenari bir mekan ariyorsaniz burasi sizi mutlu etmeyebilir ama et seviyorsaniz gelin bosverin denizi ve deneyin burayi. Manisa yolu üzerinde, Bornova çıkışından hemen önce bir benzinciden giriliyor Cumba'ya. Asansörle iniyorsunuz restorana, birkaç kat seklinde dağın eteğine kurgulanmış mekan. Bahçeye oturmaniz tavsiye olunur. Mekan sahibi zevkli bir peyzaj yaptirmis buraya, yasemin ve biberiye kokulari içinde geçiyorsunuz yerinize. (Sonradan garson ilgimi görünce bana limon otu, lavanta gibi bitkilerin olduğu kismi da gezdirdi :) )

Hafif bir müzik eşliğinde, romantik bir ışıklandırmanın verdiği keyifle veriyorsunuz siparişinizi. İyi bir şarap menüsü ve et ağırlıklı seçimleri var. Biz et ve Ravioli'den yana kullandık seçimimizi. Harika bir salata, çok kaliteli bir zeytinyağı da cabası. Abartısız son zamanlarda yediğim en iyi bonfileydi. Yemeğin en etkileyici kısmı ise garsonumuzun bizi okurcasina ikram ettiği dömisek (aslinda bence tatli sarap demek uygun düşer ama üstünde dömisek yaziyordu) Urla Symposium şarabı ve meyveydi. Bu şarabı da o aksam nasıl hoşumuza gittiğini de unutmam.

Zeytin ağaçlarına bakarak, ege rüzgarının getirdiği kekik kokularını içinize çekerek çok güzel lezzetler tatmak isterseniz benim tavsiyem Cunda olur..

13 Mayıs 2012 Pazar

Fethiye Balık Pazarı

Fazla söze gerek yok, Türkiye'nin en güzel balık yeme ve alma mekanlarından biri bence Fethiye balık pazarı. Sehrin merkezinde, yöre balıklarından onlarca cesidi tezgahta bulabildiginiz, adam bası 6 liraya balıgı pisirtip yanında ekmek, tereyagı ve salata yiyebildiginiz bir cennet. Saatlerce oturup rakınızı yudumlayıp balıgın tadını cıkarabildiginiz bir lezzet duragı. Biz 1 Mayıs tatilinden faydalanıp dort gunlugune indik guneye ve bir ogleden sonra cıkardık keyfini. İri barbun ve lahos susledi soframızı. Ama tezgahta yok yoktu. Fotografları paylasıyorum, özlemle anıyorum. Balıkseverlerin Fethiye'de kacırmaması gereken bir mekan burası.











18 Eylül 2011 Pazar

Ramazanda Sultan Ahmet

Ramazan geçeli birkaç hafta olduysa da ben önümüzdeki yıl da benzer bir aktivite yapılacağını umarak size Ramazan'da Sultan Ahmet'i anlatmak istedim. Aslında meşhur olan Feshane'dir ve oraya da gitmek gerek elbet ama bence bu yıl Sultan Ahmet meydanı Feshane'den daha ziyaret etmeye değerdi.

Sultan Ahmet civarına Ramazan'ın getirdiği özel bir hava her zaman olmustur. Gerek camilerin etrafında insanların kalabalık gruplar halinde iftar ve sahur zamanı vakit gecirmeleri, gerek türbe ve medrese ziyaretleri için mekanların geç saatlere kadar açık tutulması, gerekse sema göserileri ya da halk konseri gibi aktivitelerin caddeleri doldurmasıyla gelen bir canlılıktır bu. Ancak bu yıl tüm bunların yanında bu yıl beni etkileyen konu, ilçe belediyesinin organize ettiği, Asırlık Tatlar ve Sanatlar Çarşısı'ydı.



Tam Sultan Ahmet Meydanı'nın ortasına fuar misali bir cadde olusturup buraya hem el sanatları hem de geleneksel tatları sergileyecek bir mekan olusturmuslar. Çarşı hem yerli hem de yabancı turistler açısından harika bir tanıtım fırsatı olduğu gibi burada sergilenen el sanatlarını hiçbir yerde görme şansını bulamayacağını düşündüğüm çocuklar açısından da süper bir eğitim alanıydı bence. İlkokula Amerikan, Alman ve Fransız ekolu ile özel okullarda devam edip iki üç dil öğrenerek büyüyen çocuklarımızın kaç tanesi iğne oyası, hat, ebru, bakır, ahşap el işlemeleri, sedef kakma sanatı gibi eski türk el sanatlarını görme ve üretilen eserlere dokunma fırsatı buluyor ki? Bu nesil için belediyelerin verebileceği en değerli hizmetlerden biri, böyle güzel bir ortamda en güzel eserlerin sergilenmesi ve satılması olabilir herhalde.

Sedef Kakma Sanatı

Bakır İşçiliği


Bunlar bir yana, tanıtılan lezzetleri de anlatmak gerek tabi. Her yanda Osmanlı Macunu satılıyor bir kere. Çubuğa dolanarak yenen o renkli ve aromalı şekeri yalayarak yiyen keyifli çocuklar ve daha güzeli yetişkinler görüyorsunuz her yerde. sonra Osmanlı Şerbetleri .. Konyalı Restoran sağolsun, burada o nefis şerbetlerini buz gibi sunuyor. Demirhindi şerbetini ilk kez tadan o kadar çok kişi var ki. Gül şerbeti, kakuleli limon şerbeti ve saray şerbeti de içebilirsiniz burada. Saray şerbeti benim favorim bu arada.. Ahududu, vişne, kuşburnu gibi kırmızı meyvelerle yapılıyormuş, harika bir lezzet. Mado, Güllüoğlu, Çamlıca simidi, İzmir lokması, ballı ballı tatlıları, Mesir Macunu, Helvacılar, Vefa Bozacısı ve daha unuttuğumu sandığım nice lezzetler bu çarşıda bulabildikleriniz. Güllüoğlu'nun baklava hamuru açıp, arkasından tuttukları gazetenin okunabileceği incelikte hamuru gösterdikleri bir şov bile izledim bu çarşıda.


Kalori ve Enerji Bombaları


Turçucular



Osmanlı Macunu


İstanbul'un sorunu kalabalık haliyle burada da bir sorun. İğne atsan yere düşmez bir durum var. Çarşıdan aldıklarınızı yemek için oturacak yer bulamıyorsunuz. Yine de güzel bir mekan.

Çıkışında da tarihi Sultan Ahmet Köfteci'sine bir uğrayın derim. İnanamadım adamların sattığı köfte miktarına. Sandviç alabiliyorsunuz ya da oturup yiyebiliyorsunuz. Restorana girerken köftenin piştiği yere doğru şöyle bir kafanızı uzatmanızı öneririm. Hayatınızda hiç görmediğiniz kadar köfte görmek isterseniz tabi.


Sultan Ahmet Köftesi

Benim önerim bir dahaki Ramazana bu mekan açılırsa kesinlikle kaçırmamanız ve çocuklarınızla birlikte gitmeniz. Bir de bizim gibi aksam saatinde değil akşam üstü gidip biraz daha vakit geçirin derim. Öğrenecek çok şey var orada.




Eskihisar'da Balık Restoranları

İstanbul'un yaz kalabalığından kaçma hevesimiz her hafta sonu yeni mekanlar araştırıp bulmaya teşvik ediyor bizi. Bu yaz da gerek yanlız kalıp deniz kıyısında sakin sakin gazete dergi okumak istedigimde, gerekse güzel bir balık yemek için gitmeye başladığımız bir yer var: Eskihisar.

Eskihisar'ı birçoğumuz Topçular feribot iskelesinden Yalova'ya geçmek için kullanırız. İşte tam o feribot iskelesinin dibinden başlayan bir küçük köy var Eskihisar'da. Sahil boyunca uzanan balık restoranları ve kafeleriyle hafta sonu için çok sevimli bir kaçamak mekanı bence. Sahilde eski birkaç köşk ve keyifli bir sahil yürüyüşünün sonunda ulaştığınız Eskihisar kalesi de mekanı daha keyifli yapıyor. Hafta sonları köy halkı, İzmit ve İstanbullularla dolu oluyor burası da ama ne yapsanız İstanbul gibi keşmekeş olmuyor. O kadar kalabalık değil, oradaki kalabalık ta tıpkı yazlık mekanlardaki gibi çekirdek çıtlayıp sahilde yürüyüşe çıkmış çoluklu çocuklu aileler. Yani siz balığınızı, mezenizi yerken canınızı sıkacak bir barbekü kokusu, gürültü patırtı ya da anlamsız müzikler yok. Balık restoranlarının birçoğunda hafif meyhane edası var. İçeride çalan sanat müziği ve ahşap dekorlar bunu düşündüren. Ben şu ana kadar birkaç tanesini denedim, hepsinde tazecik balıklar, yumuşacık ahtapot salataları, harika karides söğüşler yediğimi söylemeliyim.

Sakinlik arayanlara öneririm... Fiyatlar da gayet makul. Ben son gittigim mekanın fotografını koyuyorum asagıya ama bence hepsi aynı.

Eskihisar Sahil Restoran