18 Eylül 2011 Pazar

Ramazanda Sultan Ahmet

Ramazan geçeli birkaç hafta olduysa da ben önümüzdeki yıl da benzer bir aktivite yapılacağını umarak size Ramazan'da Sultan Ahmet'i anlatmak istedim. Aslında meşhur olan Feshane'dir ve oraya da gitmek gerek elbet ama bence bu yıl Sultan Ahmet meydanı Feshane'den daha ziyaret etmeye değerdi.

Sultan Ahmet civarına Ramazan'ın getirdiği özel bir hava her zaman olmustur. Gerek camilerin etrafında insanların kalabalık gruplar halinde iftar ve sahur zamanı vakit gecirmeleri, gerek türbe ve medrese ziyaretleri için mekanların geç saatlere kadar açık tutulması, gerekse sema göserileri ya da halk konseri gibi aktivitelerin caddeleri doldurmasıyla gelen bir canlılıktır bu. Ancak bu yıl tüm bunların yanında bu yıl beni etkileyen konu, ilçe belediyesinin organize ettiği, Asırlık Tatlar ve Sanatlar Çarşısı'ydı.



Tam Sultan Ahmet Meydanı'nın ortasına fuar misali bir cadde olusturup buraya hem el sanatları hem de geleneksel tatları sergileyecek bir mekan olusturmuslar. Çarşı hem yerli hem de yabancı turistler açısından harika bir tanıtım fırsatı olduğu gibi burada sergilenen el sanatlarını hiçbir yerde görme şansını bulamayacağını düşündüğüm çocuklar açısından da süper bir eğitim alanıydı bence. İlkokula Amerikan, Alman ve Fransız ekolu ile özel okullarda devam edip iki üç dil öğrenerek büyüyen çocuklarımızın kaç tanesi iğne oyası, hat, ebru, bakır, ahşap el işlemeleri, sedef kakma sanatı gibi eski türk el sanatlarını görme ve üretilen eserlere dokunma fırsatı buluyor ki? Bu nesil için belediyelerin verebileceği en değerli hizmetlerden biri, böyle güzel bir ortamda en güzel eserlerin sergilenmesi ve satılması olabilir herhalde.

Sedef Kakma Sanatı

Bakır İşçiliği


Bunlar bir yana, tanıtılan lezzetleri de anlatmak gerek tabi. Her yanda Osmanlı Macunu satılıyor bir kere. Çubuğa dolanarak yenen o renkli ve aromalı şekeri yalayarak yiyen keyifli çocuklar ve daha güzeli yetişkinler görüyorsunuz her yerde. sonra Osmanlı Şerbetleri .. Konyalı Restoran sağolsun, burada o nefis şerbetlerini buz gibi sunuyor. Demirhindi şerbetini ilk kez tadan o kadar çok kişi var ki. Gül şerbeti, kakuleli limon şerbeti ve saray şerbeti de içebilirsiniz burada. Saray şerbeti benim favorim bu arada.. Ahududu, vişne, kuşburnu gibi kırmızı meyvelerle yapılıyormuş, harika bir lezzet. Mado, Güllüoğlu, Çamlıca simidi, İzmir lokması, ballı ballı tatlıları, Mesir Macunu, Helvacılar, Vefa Bozacısı ve daha unuttuğumu sandığım nice lezzetler bu çarşıda bulabildikleriniz. Güllüoğlu'nun baklava hamuru açıp, arkasından tuttukları gazetenin okunabileceği incelikte hamuru gösterdikleri bir şov bile izledim bu çarşıda.


Kalori ve Enerji Bombaları


Turçucular



Osmanlı Macunu


İstanbul'un sorunu kalabalık haliyle burada da bir sorun. İğne atsan yere düşmez bir durum var. Çarşıdan aldıklarınızı yemek için oturacak yer bulamıyorsunuz. Yine de güzel bir mekan.

Çıkışında da tarihi Sultan Ahmet Köfteci'sine bir uğrayın derim. İnanamadım adamların sattığı köfte miktarına. Sandviç alabiliyorsunuz ya da oturup yiyebiliyorsunuz. Restorana girerken köftenin piştiği yere doğru şöyle bir kafanızı uzatmanızı öneririm. Hayatınızda hiç görmediğiniz kadar köfte görmek isterseniz tabi.


Sultan Ahmet Köftesi

Benim önerim bir dahaki Ramazana bu mekan açılırsa kesinlikle kaçırmamanız ve çocuklarınızla birlikte gitmeniz. Bir de bizim gibi aksam saatinde değil akşam üstü gidip biraz daha vakit geçirin derim. Öğrenecek çok şey var orada.




Eskihisar'da Balık Restoranları

İstanbul'un yaz kalabalığından kaçma hevesimiz her hafta sonu yeni mekanlar araştırıp bulmaya teşvik ediyor bizi. Bu yaz da gerek yanlız kalıp deniz kıyısında sakin sakin gazete dergi okumak istedigimde, gerekse güzel bir balık yemek için gitmeye başladığımız bir yer var: Eskihisar.

Eskihisar'ı birçoğumuz Topçular feribot iskelesinden Yalova'ya geçmek için kullanırız. İşte tam o feribot iskelesinin dibinden başlayan bir küçük köy var Eskihisar'da. Sahil boyunca uzanan balık restoranları ve kafeleriyle hafta sonu için çok sevimli bir kaçamak mekanı bence. Sahilde eski birkaç köşk ve keyifli bir sahil yürüyüşünün sonunda ulaştığınız Eskihisar kalesi de mekanı daha keyifli yapıyor. Hafta sonları köy halkı, İzmit ve İstanbullularla dolu oluyor burası da ama ne yapsanız İstanbul gibi keşmekeş olmuyor. O kadar kalabalık değil, oradaki kalabalık ta tıpkı yazlık mekanlardaki gibi çekirdek çıtlayıp sahilde yürüyüşe çıkmış çoluklu çocuklu aileler. Yani siz balığınızı, mezenizi yerken canınızı sıkacak bir barbekü kokusu, gürültü patırtı ya da anlamsız müzikler yok. Balık restoranlarının birçoğunda hafif meyhane edası var. İçeride çalan sanat müziği ve ahşap dekorlar bunu düşündüren. Ben şu ana kadar birkaç tanesini denedim, hepsinde tazecik balıklar, yumuşacık ahtapot salataları, harika karides söğüşler yediğimi söylemeliyim.

Sakinlik arayanlara öneririm... Fiyatlar da gayet makul. Ben son gittigim mekanın fotografını koyuyorum asagıya ama bence hepsi aynı.

Eskihisar Sahil Restoran

New England Clam Chowder - Deniz Tarağı Çorbası

Amerika'nın doğu kıyısında, New York'un kuzeyinde neredeyse her yerde karşınıza çıkan bir lezzetten bahsedeceğim bugün. Clam Chowder; yani tam Türkçe çevirisiyle Deniz Tarağı çorbası benim şu ana kadar hiç duyduğum ya da yediğim birşey olmadığı için ilgimi çekti ilk karşıma çıktığında. Amerika seyahatim sırasında neredeyse her deniz ürünü servisi yapan restoranın menüsünde değişmez olarak görünce daha da ilgim arttı. Son olarak, tam fast food restoranların gruplandığı food court tadında mekanlarda bile kocaman levhalarla yazılmış olarak Clam Chowder lafını görünce araştırıp öğrenmeye karar verdim bunun nasıl bir yemek olduğunu. Bu arada Clam - yani deniz tarağı nedir diye merak edenler için aşağıda resmini de koyuyorum.



Deniz Tarağı


Bence olayı çok komplike hale sokmak anlamlı değil; bu meşhur yemeği özetle içinde deniz ürünü de bulunan, bol kremalı ve kıvamlı sebze çorbası olarak nitelemek mümkün. Deniz ürünlerinin sıklıkla bulunduğu Boston gibi merkezlerde neredeyse her yerde bulunmasını da doğal karşılamak lazım, insanlar asırlarca bulundukları yerlerde en çok ne bulurlarsa onunla lezzetler üretmişler; burada da konu aynı.

Clam Chowder, patates, kereviz, havuç gibi sebzelerle birlikte, deniz tarağı ya da yengeç, surumi gibi deniz ürünlerinin birlikte haşlanması, diğer tarafta da soğan ve unun kavrulup, krema ile kıvamlı hale getirildiği suya katılması ile yapılan, çok doyurucu bir yemek. Bir tabak bu çorbadan içtiğinizde aslında tüm öğün yerine geçiyor. Bir de Amerikan porsiyonlarını düşünürseniz çorba kaselerinin de tencereye yakın büyüklükte olduğunu da unutmamak gerek tabi.


Clam Chowder


İlginç olan, Clam Chowder öyle benimsenmiş ki buralarda, restoranlarda çorba olarak sunulmak dışında fast food restoranlarda da sunuluyor. Buralarda sunum biçimleri de ilginç.. Ya plastik kaselerde çorba gibi alabiliyorsunuz; ki bu daha az ilginç olan yöntem; ya da top gibi pişirilmiş ve içi oyulmuş bir ekmeğin içine doldurularak servis yapılıyor. Yani ekmek öyle dayanıklı ve çorba öyle kıvamlı ki siz yerken eriyip gitmiyor.

Ekmek içinde sunulan Clam Chowder

10 Temmuz 2011 Pazar

Suada Fish

Lezzeti ve ambiyansıyla öne çıkan bir balık mekanına daha gittim bu hafta. Suada Fish.

Suada çok cennet bir yer. Biraz suni aslında, hayatın gerçeklerinden uzak. Süslü, narin ve hoppa. Çıkınca Suadaya kafayı kaldırdığınız yer ışıltılı, parıltılı ve mutluluk veriyor. Lüksün, şıkır şıkır insanların doldurduğu bir yer burası. Sanırsınız ki İstanbul sadece sosyeteden oluşuyor, bütün kadınlar topuklu ayakkabı giyiyor ve vücütları taş gibi. Suadaya yanaşmak için yatlar sıraya giriyor, düğüne giden hepsi birbirinden şık giyimli insanlar trafik oluşturuyorar iskelede. Bu seçme insanların oluşturduğu gösterişli kalabalığı arıyorsanız daha da keyifli olabilir Suada. Hani "piyasa" dedikleri; burada piyasanın hası var bana sorarsanız.

Fish, Suadanın iki balık restoranından biri. Kalabalık bir mekan aslında ve garsonlar biraz bu kalabalıktan yorulmuş, stresli bir kosturma içindeler. Ama bu kısmını da bir tarafa bırakırsak lezzetler çok güzel. Biz de cuma akşamı gitme gafletinde bulunduk canım, suç biraz da bizde. Adamlar buldukları köşeye masa koyacaklar tabi cuma talebini değerlendirmek için. Benim önerim hafta arası gitmeniz olur.

Fish'te çok lezzetli açılış mezeleriyle başlıyorsunuz. Buharda pişmiş pazı, somon lakerda, yunan salatası gibi seçimler yaptık biz. Mezeler çok ve hepsi de lezzetli burada. Sonra ara sıcaklarda hamsi mücver, ızgara kalamar ve lahmacun denedik biz birer kadeh şarapla.




Buranın spesiyalitesi olduğunu düşündüğüm hamurda levrek denedik sonra. İki kişi için yapılan bu yemek, levreği hamur içinde pişirerek buharda, tamamen kendi lezzeti içinde kalacak şekilde yapılan bir yemek. Servis yapılırken hamuru yemiyorsunuz ama levrek gerçekten çok lezzetli bir şekilde çıkıyor bu formun içinden.


Gecenin sonunda "bomba" isminde bir tatlı denedik burada. Bomba, içine koyduklarını saydığımda size pek güzel olmayacakmış gibi gelecek ama inanın harika bir tatlı. İç,nde neler mi var, benim hatırladıklarım şöyle: Ahududu, vanilyalı dondurma, fındık, tahin helvası, çikolata sosu ve parçaları, ceviz, kuru üzüm. Bilmem belki başka şeyler de vardır ama benim açımdan kuru üzüm olmasa daha da güzel olabilirdi :)

Fish'i balık ve manzara arıyorsanız öneririm. Yine de kıyıdaki Park Fora ya da Mavi Balık gibi yer etmiş mekanların önüne geçemez benim görüşüm; ama daha şık. Suada'nın büyüsü önemli derseniz kaçırmayın gelin derim.

Milan'da Bir Lezzet Durağı - Boccon Divino

Birkaç ay önce Milan'a yolum düştü ve İtalya'da şu ana kadar en keyif aldığım yer diye bahsedebileceğim bir restoranda yemek yedim: Boccon Divino; St.G.Carducci, 17 (+39 28660040) (http://www.boccondivino.com). Özellikle şarap içmeyi ve şarapla gelen atıştırmalıkları seviyorsanız bu adresi kaçırmamalısınız derim.

Şehir merkezinden yürüme mesafesinde Boccon Divino. 1976da kurulmuş bir mekan, o zamandan beri en iyi İtalyan şarküteri ürünlerini arayıp bulmuş, eşsiz şarap menüsüyle birlikte sunmuş. Şarap listesinde 900 üstünde İtalyan şarabı sunuluyor. Burası tam anlamıyla pantolonunuzun fermuarını gevşetip keyifle oturacağınız, saatlerce İtalyan lezzetleriyle degustasyonun keyfini çıkaracağınız bir mekan.

Menü, İtalyan mutfağından alışık olduğumuz üzere 4-5 ayrı servisten oluşuyor. Masaya oturduğunuzda bir sepet içinde istiflenmiş taze sebzeler buluyorsunuz. Domates, salatalık, turp, lahana gibi çiğ yiyebileceğiniz bu sebzeler çok tazeleyici bir açılış oluyor. Bir aparatif ya da prosecco eşliğinde sebzelerinizi nefis kokulu zeytinyağı ve balzamik sirke karışımına batırarak yiyorsunuz. Sonrasında güleryüzlü garsonlar her gelen yemeğe uygun bir şarapla masanıza gelmeye başlıyorlar. Açılışı domuz salam ve pastırmalarının en seçmelerinden bir sunumla yapıyorsunz.(Crudites) Burada size sunulan servislerden daha kıymetlisi, servis arabasıyla gelen, İtalya'nın en kıymetlisi diye lanse edilen bir çeşit ki, misafirlere de bu salamı kesebilmeleri için şans tanınıyor. Gerçi ince kesme işi öyle kolay bir iş değil, denemenizi önermem. İkinci yemek gibi gelen, smoked domuz pastırmalarından oluşan bir tabak. Tabi smoked koku ile giden uygun bir şarap eşliğinde.



Üçüncü yemek olarak ya bir fresh pasta (taze makarna) ya da risotto alabilirsiniz. Bundan sonra da peynir çeşitleri geliyor. Aslında domuz salam ve pastırmalarından oluşan iki course ve bir karbonhidrat course sonrasında peynir yiyecek yeriniz kalmamış oluyor ama bu da atlayabileceğiniz gibi değil. Tam bir stand dolusu peynirden ya siz seçiyorsunuz ya da seçimi onlara bırakabiliyorsunuz. Bence onlara bırakın. İlk önerdikleri 3 çeşit krema tarzlı, süt kokusu hakim peynirler. Sonra bir koleksiyon da kuru, kokusu aromatik ve iyice dinlendirilmiş peynir öneriyorlar. Bu iki tabakla da farklı şaraplar içiyoruz.

Ben kendi adıma, pastırmalar bittiğinde doymuştum adeta ama gelen lezzetler o kadar güzeldi ki hepsinden tatmaya devam ettim. Aslında çok ta abartmamak lazım. Özellikle et kısmı bizler gibi domuz şarküteri ürünlerine çok alışık olmayan kişiler için biraz abartılı oluyor; lezzetli de olsa. Özellikle peynir kısmına kapasitenizi saklamanızı öneririm çünkü bence bu kısımda midenizde yer olmaması çok kötü oluyor.



Son olarak masaya süper bir sorbet ve tatlı geliyor, meyve ağırlıkı bu tatlıyla da içeceğiniz harika aromatik bir tatlı şarap. Bir de bu aşamada masaya fındıklı bir biscotti (peksimet gibi birşey) geliyor ki ben böyle keyifle yediğim birşey hatırlamıyorum.

Gecenin sonunda içinizden tebrik etmek geliyor restoranı. Gerçi sandalyeden kalkma çabası sırasında kızıyorsunuz adamlara ama aklınızda yer edecek bir lezzet şölenini de yaşamış olmanın zenginliği kalıyor hafızalarda. Evet evet.. Boccon Divino harika bir yer.

3 Temmuz 2011 Pazar

Yeniköy'de Balık Sandal'da Yenir

Sevgili arkadaşım Kurtuluş'un tavsiyesi üzerine gittiğim ve böyle şey olmaz dediğim bir mekanı anlatacağım bugün size. Hani böyle lezzetiyle, mekanın sıcaklığıyla ne hoşmuş, yine gelmeliyiz dedirten bir yer burası.


Yeniköy'de, tam iskeleye giren sokağın yanı başında, muhtarlığın hemen dibinde, ağaçların altına, cadde üstüne kurulmuş bir mekan Sandal. (http://www.sandalbalik.net/) Akşam saatlerinde ağaçları kırmızı bir ışıkla aydınlatıp hoş bir ortam yakalıyor. Caddenin gürültüsü biraz sıkıntılı ama mekanın büyüsünü bozamıyor. Hani vardır ya Atina'da, İzmir'de, Antalya'da limon ağaçlarının altına atılmış tahta masaların süslediği ve güler yüzlü garsonların şenlendirdiği küçük ve samimi mekanlar, topkı onlar gibi Sandal. Küçük tahta masalar kaldırıma atılmış, dilerseniz içeride dilerseniz de dışarıda oturabiliyorsunuz. Garsonların hepsi 20-25 yaşında gencecik cocuklar, kendi zevklerine göre tavsiyelerde bulunuyor, sizi yönlendiriyorlar. Mekanın içinde Ayvalık yöresi zeytinyağlarını ve ev yapımı turşuları satın alabiliyorsunuz.

Sandal eminim balık yemek için de doğru bir yerdir ama biz balık mezelerine bayıldık. Çeşitli ara sıcak spesiyaliteleri var ve porsiyonlar da çok doyurucu. Biz levrekten yapılmış bir balık çorbasıyla açtık yemeği.




Sonrasında karides güveç, balık kokoreç ve patlıcan balık bayıldı aldık. Patlıcan balık bayıldı, ilk kez burada gördüğüm ve bayıldığım bir lezzet oldu. Toprak güveçte közlenmiş patlıcanın içine karnıyarık misali doldurulmuş, çok lezzetli bir balık karışımının fırına verilmesiyle hazırlanmış bu yemek herkese tavsiyemdir. Balık köfte, balık mantı, hamsili pilav gibi birçok özel lezzeti de bulabilirsiniz burada. Hepsinin çok güzel olduğunu düşünüyorum.



Yemekler gelmeden masaya çok lezzetli bir patlıcan köz salata ve salatalık turşusu geliyor. Sonrasında da tatlı seçenekleri mevcut. Belki de tek kusuru mekanın, alkol servisinin olmaması. Bilmem belki de böylesi küçük, sevimli ve normal fiyatlı kalmasını da alkolsüz olmasına borcludur. Sonucta alkol olmayınca cok uzun sure oturulmuyor ve haliyle daha karlı oluyor isletmeler.

Bir akşam ya da öğle yemeğinde yolunuz Yenikoy'den gecerse kacırmamanız gereken bir mekan Sandal. Hele de bir balıkseverseniz.

4 Haziran 2011 Cumartesi

Eskişehir İstanbul Yolu Üstünde Şelale Restaurant

Her zaman memnun kaldığımız mekanları yazıyorum buraya ama bu kez bir miktar yermek istediğim bir mekandan bahsedeceğim. Eskişehirli olduğumdan yıllardır İstanbul yolu üzerinde durup birşeyler yeme ihtiyacımız olduğunda aklımıza gelen bir mekandır "Şelale". Bozüyük ile Bilecik arasında, bu yönde giderken yolun karşısında kalır. Mekanın yeri çok güzeldir. Şırıl şırıl akan Karasu deresinin üstüne konumlanmış bu restorana yaz günlerinde doyum olmaz.

Klasik yol üstü mekanlardandır aslında Şelale; ızgara et, tavuk çeşitlerini yiyebileceğiniz bir yerdir. Aslında benim çocukluğumdan beri burayla ilgili tecrübelerim çok pozitifti, ta ki son Mayıs ayında uğrayıp pişman olana kadar.

Büyük bir grup arkadaşla çıktığımız tatil dönüşü çok acıkarak girdik Şelale'ye. Doğası yine çok güzel Şelale'nin. O gün de Fenerbahçe'nin şampiyonluk maçı var, grupta bir "televizyon vardır inşallah" havası hakim. İlk sorumuz bu oluyor girer girmez ama aldığımız cevap "malesef, Digiturk çok pahalı" oluyor. Biz bayanlar olarak çok şikayet etmiyoruz ve alıyoruz yerimizi. Bu arada şimdi internet sitesine bakıyorum da restoranın, Lig TV olduğu konusunda ilk sayfadan beyan vermişler. (http://www.selaleturizm.com.tr/)

Mekan kalabalık, garsonlar bezmiş, yüzlerden düşen bin parça. Bol sipariş veriyoruz, herşeyin tadına bakmak istiyoruz. Servis yavaş, sabırsızlanıyoruz. Bu sırada açlığımızı bastıracak bir biber salçası geliyor masaya ki hakkını vermek lazım, güzel bir lezzet. Ben külbastı söylüyorum ki sonradan çok pişman olacağım. Malesef külbastı hem çok sert, hem külbastı değil hem de ızgara biftek soylemekten daha beter sinirler çıkıyor içinden. Neyse, bu şekilde doymaya çalışıyor ve söylüyoruz garsonlara bu ne rezalet diye.. Aldığımız cevap ta bir o kadar evlere şenlik .. Efendim kalabalıkta karıştırıyor bazen kasabımız.

Her neyse, diyeceğim o ki, Şelale restoran malesef çok bozulmuş. Bilmem biz bir daha buraya uğrarmıyız ama siz uğrayacaksanız da bilginiz olsun istedim. Doğası böylesine güzel bir yerde kurulmuş, Eskişehir İstanbul gibi işlek bir yol üzerinde bu tesis kaliteyi yüksek tutamazsa nasıl ayakta tutar bilemem.

Antalya'daki Kahvaltı Mekanınınız - Öz Ulupınar Restaurant

Vay bloglar kapandı, vay açıldı derken soğudum yazmaktan. Olur da kaybolursa yazdıklarım diye korkuyor insan. Aylar olmuş son yazdığımdan beri. Bu arada havadis birikti aslında ama ben sizlere bugün 19 Mayıs tatilini uzun hafta sonuna çevirerek bir grup can arkadaşla uzandığımız Antalya Adrasan'dan dönerken kahvaltı etme mutluluğunu yaşadığımız mekanı anlatacağım. Hani böyle "ya abi çok taktir ettim bu işletmenin sahibini dediğiniz mekanlar vardır ya, işte öyle bir yer burası.



Adrasan'dan (ya da Finike'den diyelim kolay olsun diye) Kemer'e doğru giderken Anayol üzerinde Ulupınar Köyü diye bir yerden geçiliyor. Tam yol üstünde, fazlaca büyük olmayan bir tabelası var Öz Ulupınar Restaurant'ın.


Buranın cennet gibi bir yer olduğunu, merdivenlerle kademe kademe inip çağlayan suları, alabalık havuzlarını, ortamı bir şemsiye gibi kaplayan yüz yıllık ağaçların gölgesini, balkonların üstüne kurulmuş sedirleri, bahçenin her yanına teneke kutuların içine ekilmiş, gösterişten uzak fakat doğanın nimetleri sayesinde coşup pırnakıl açmış ortanca çiçeklerini görünce anlıyorsunuz. Şarıl şarıl akan buz gibi suyun doldurduğu havuzlardan su içen kuşları, işletme sahibinin dünya güzeli küçük kızı Bahar'ı, koşturup hizmet eden Bahar'ın abisi Ali'yi tanıyınca tamam diyorsunuz, burası saklı bir cennet, sevgi dolu bir dünya.








13 kişilik grubumuzla buraya geldiğimizde kahvaltı saati bir hayli geçmiş olduğundan mıdır yoksa zaten iştahlı bir grup olduğumuzdan mıdır bilinmez, yol üstünde gözleme açmakta olan 2 kadının bize nasıl gözleme yetiştireceğini düşünüp şüphelendik önce. Sonra mekanın güzelliğini görüp işletme sahiplerinin misafirperverliğini görünce oturup çevrenin keyfini çıkarmaya başladık. Çeşit çeşit gözleme üstüne de kahvaltı siparişi veren arkadaşlara kızdık bile.. Çok gelecek yenmeyecek diye. Derken gerçekten gözlemeler yavaş gelmeye başladı ama kahvaltı denen şaheser gözlemeleri bir anda ikinci plana atmıştı zaten.



Buram buram süt kokan büyük porsiyonlda tereyağları geldi önce masaya, mis gibi kokan çam balıyla birlikte. sonra taze cevizlerle süslenmiş tulum peyniri tabakları. Hani ekmek nerede diye düşünürken odun fırınından çıkmış sıcacık pideler, işletme sahibinin sevimli oğlu Ali'nin elinde göründü. Malum o anda pide havada kapılıp yok oldu, Ali'yi yakalayıp devamını isteriz diyecek olduk. "Adın ne senin?" diye sordu yanımdaki arkadaşım. "Ali Bora Karataş" diye cevap aldık. Masadaki kahkaha ve Ali'ye duyduğumuz sevgiyi anlatamam.. ama ismini simdi de böylesi net hatırladığıma göre tahmin edersiniz onu ne kadar sevimli bulduğumuzu. Ali kahvaltı boyunca bize sıcacık pidelerden taşımaya devam etti.





Kahvaltı burada da bitmedi tabi. Ev yapımı reçeller, tereyağına kırılmış sahanda yumurta, kütür kütür yeşil ve etli siyah zeytinler. Bu arada da birer birer yağmaya başlayan gözlemeler.





Kesintisiz yiyerek geçen bir saat sonunda herkes hatırlanacak bir kahvaltı yapmanın gururu içinde dolu midelerin rehavetini köpüklü türk kahveleriyle attı üstüne. Sonra da fotoğraflar, fotoğraflar.




İşletme sahibine teşekkür ettik bol bol bizi böylesi güzel ağırladığı için. Biz kahvaltısını tattık bu güzel yerin ama burada Saç Kavurma, Alabalık, Bıldırcın, Kavun içinde Dondurma gibi başka lezzetler de varmış. Buralara yolunuz düşerse kesinlikle durup bir iki saat geçirin derim. Telefon numaraları (0242 825 0037, 0543 8856952, 0532 723 3052). Mekan Metin veya Mehmet'in yeri diye geçiyor kartın üstünde. Oraya giderseniz bizden de selam söyleyin.

27 Şubat 2011 Pazar

Akaretler'de Bir Güzel Sohbet Mekanı - Corvus

Corvus Latince Karga demekmiş. Bunu Akaretlerde geçen hafta gittiğim, Corvus isimli küçük ama samimi mekanda öğrendim. Corvus şaraplarının kurucusu ünlü bir mimar olan Reşit Soley'miş. Reşit Bey Bozcaada'da yarattığı Corvus markasından sonra şimdi de restoran konusuna merak sarmış olmalı ki Akaretler gibi seçkin bir mekanda Corvus Wine & Bite isimli mekanı açmış.

İyi ki de açmış. Geçen akşam mekana birlikte gittiğim arkadaşımın da dediği gibi burası bol içki, az yemek bir muhabbet mekanı. Dekorasyon bir mimarın elinden çıktığı belli, çok zevkli. Kocaman bir kara tahtada (sanırım Karga'nın Günlüğü diye bir başlığı vardı), o güne özel lezzetlerin listesini görebiliyorsunuz. Masalar küçük, yakın birbirine. Samimi bir ortam. Cadde ile aynı seviyede, camın önüne oturduğunuzda geleni geçeni de görebiliyorsunuz yakından. Yazın çok daha keyifli olur sanırım açık havaya da birkaç masa attıklarında.

Burada Corvus Şarapları ve bu şaraplarla giden lezzetler sunuluyor. Mekanın en çok taktir ettiğim yönü ise lezzetlerin hazırlanmasında Anadolu'ya, daha spesifik olarak ta Kuzey Ege'ye sadık kalınması. Örneğin şarapın yanına rokfor ya da brie getirseler kesinlikle aynı tarz olmazdı buradaki hava. Sunulan hicbir yemek karnınızı şişirecek cinsten deği, tam tersine tadımlık ve tadı damağınızda kalan cinsten. Menüde bir sürü çeşit var ama benim önerim şarabınızı seçmeniz ve yiyecek çeşitlerinde garsonlara güvenmeniz. Sizi yönlendiriyor ve uygun lezzetleri sunuyorlar. Biz bir kırmızı şiraz içtik ki şarap çok aromatikti ve hafif buruk ve odunsu tadıyla çok güzel bir damak tadı bırakıyordu. Yanında Ezine peynirleri, füme et, kuru incir topu ve kuru erik topu gibi tatlar içeren bir başlangıç tabağı ve sonrasında da salata, enginarlı, tahinli patlıcanlı kanapeler yedik. Çok keyif aldım ben bu usulden.

Fiyatlar, mezelerde 5-15 TL arası değişiyor, şaraplarda da her çeşit fiyat var. Ancak mekanın size sunduğu ortama göre kesinlikle pahalı olmadığını düşündüm. Pahalı şarapları kadeh olarak içemiyorsunuz.

Bir sonraki gidişimde birkaç ta fotoğraf çekeyim diyorum. Baktım da hiç yok elimde bir görsel..

Akdeniz Hatay Sofrası

Geçen hafta sonu Cirque du Soleil'i izlemek için Kazlıçeşme'ye gitmemiz gerekti, biz de o tarafa gitmişken Akdeniz Hatay Sofrası'na gidip bir ziyafet çekelim kendimize diye düşündük. Burası bol ceşidi ve lezzeti ile meşhur Hatay mutfağının İstanbul'daki en güzel temsilcisi bence.

Akdeniz Hatay Sofrası, yıllarını lokantacılığa vermiş Hatay'lı Deveci ailesinin açtığı bir mekan. Bu mekanda kullanılan tum malzemelerin (etler hariç) Hatay'dan geldiğini öğrenmek te hoşumuza gitti. Bir yerin mutfağına aşina olmak için orada yetişmiş ürünleri yememizin önemli olduğunu düşünüyor buranın işletmecileri. Hatay mutfağı kahvaltı kültürü ile doğmuş. Burada 151 çeşit sunulan bir kahvaltı büfesi varmış ki, tanıtımını okuduğumda gelmek gerek dedim direk. Gidince anlatırım, simdi teoride okuduğumu sizi anlatmamın bir anlamı yok.

Biz o akşam büyük bir grup olarak gidip birçok yemeği tatma fırsatı bulduk burada. Hepsinin lezzeti ayrı güzeldi. Ben şöyle tadıp resmini çekebildiklerimi size anlatayım

Hummusiye diye bir çorba içtik ki yoğurt çorbasının arpacık soğanı ve kuzu gerdan etiyle tatlandırılmışını düşünün, böyle birşey.

Sonra meşhur mumbar dolması yedik ki ben normalde pek sevmem böyle sakatat işlerini. Çok yumuşak, lezzetli buldum burada yapılan mumbar dolmasını.

Maklube Pilavı yedik sonra.. Üzerinde kızarmış patlıcanlar koyularak sunulan bu pilav lezzetini içindeki bademlerden ve üstündeki yumuşacık etten alıyor.

Sonra efendime söyleyeyim günün sürprizi tuzda tavuk geldi sofraya. Tuzda balık duymuştum da tuzda tavuk ilk kez Hatay Sofrası'nda gördüm. 40 yıldır Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde yapılan meşhur bir yemekmiş bu tuzda balık. Hatay'dan getirilen özel baharatlar, özel pirinç ile hazırlanan orta pişmiş iç pilav tüm bir tavuk içine doldurularak üzerine iyotsuz kaya tuzu ile kapatılarak odun ateşinde 200 derecelik fırında 2 saat pişirilerek hazırlanıyormuş bu lezzet şöleni. Servis esnasında da üzerine bir alkol benzeri sıvı döküp ateş yakıyorlar ve tuzu önünüzde kırarak tavuğu yenmeye hazır hale getiriyorlar. Bana teoride anlatsanız tuz tavuğun suyunu alır, kuru olur derdim bu yemek için ama derinin tavuğu korumasından mıdır nedir öylesine yumuşacık ve lezzetli pişmişti ki tavuk, buraya giderseniz kesin deneyin derim. Aslında burada tuzda bıldırcın, kuzu eti gibi varyasyonlarını da yapıyorlar bu yemeğin ama tavuğun yeri başka bana sorarsanız.





Yemekten sonra olmazsa olmaz Hatay'ın meşhur künefesini yedik tabi. Bana ağır gelmiştir oldum olası künefe. Şerbeti de bol getiriyorlar burada. Yani ben çok övmeyeyim ama masadakiler çok sevdiler. Bir de tuhaftır, üsütne yarım bardak süt getiriyorlar künefenin. Geleneksel servis yöntemi buymuş. Tuhaf geldi gerçi bu bana çünkü geçen yıl GAP gezim sırasında Hatay'da künefeciler çarşısında bile bu adeti görmemiştim. Onca yemeğin üstüne süt içmek bana imkansız geldiği için bıraktım orada sütümü.

Çayın yanında ikram olarak ta kömbe ismindeki kurabiyelerden getiriyorlar. Bu kurabiye Hatay'da tüm köylerin geleneksel bir yöresel lezzetiymiş ve imece usulu yapılır, tazeliğini uzun süre sakladığı için de muhavaza edilirmiş. Ben çok özel bulmadım kömbeyi :)

Şöyle bol bol yiyip mideyi şişirmek, değişik lezzetler tatmak isterseniz Hatay Sofrası'na gitmelisiniz. Hesaplar da bunca güzel ikrama göre uygun geliyor. Mekanın yeri biraz zor gerci.. Fatih'te Historia AVM yanında, Vatan Caddesi ustunde bu mekan. Trafikten korkmayacağınız bir zaman giderseniz daha iyi olur derim. Afiyetler olsun.

Önerdiğim Şaraplar

Şarap konusunda yazdığım önceki konulara bakarsanız göreceksiniz ki benim buradaki favori sloganım, sizin içmekten zevk aldığınız şarap en güzel şaraptır. Bu konuda üstatlara, not verenlere diyecek lafım yok, onlar gerçekten de sürekli tadım yapıp iyiyi kötüyü ayırd eden profesyoneller. Ancak bizim gibi sadece tüketici olan şarap severler için yapılabilecek en güzel şey bulduklarımızı paylaşıp önerilerde bulunmak diye düşünüyorum. Bu arada, Fransa'da bu işi uzmanlıkla yapan öğretmenimden öğrendiğim bir konu da, iyi şarap pahalı şarap demek değildir. Herşeyde olduğu gibi şarapta da fiyatı marka şekillendirir, tabi üzümlerin yetiştiği yıllar ya da bölgeleri de önemli faktörler. Ancak yine de iyi bir şarap içmek için cebinizden 100 TL çıkması gerekmiyor, sizi temin ederim bu konuda.

Ben şarap alışverişimi Yenisahra'daki Metro'dan yapıyorum. Buranın harika bir şarap mahzeni var. Çeşitli ülkelerden seçip getiriyorlar şarapları ve her fiyat ranjında ürün bulabiliyorsunuz burada. Ben de düşündüm ve dedim ki oradan alıp ta beğendiklerimi hem burada sizlerle paylaşayım hem de bir sonraki gidişimde kendim de dönüp buraya bakar, beğendiğim ürünlerden tekrar alırım. İşte size önerdiğim şaraplar

Two Oceans - Sauvignon Blanc - 2010

Bu hafta size övgüyle sunacağım şarap bir Güney Afrika güzeli. Two Oceans markasıyla göze çarpan bu şarap, Güney Afrika sahilinde buluşan Atlantik ve Hint okyanuslarının birleşiminden esinlenerek bu ismi almış. Ilık Hint Okyanusu ve soğuk Atlantik Okyanusu, Western Cape bölgesinde rüzgarlar oluşturuyormuş ve bu da bu rüzgar, üzümlerin olgunlaşmasını geciktirerek meyve kokularının bu şarapta yoğun olarak hissedilmesini sağlıyormuş. Ben 2010 Sauvignon Blanc denedim ve harika buldum. Oldukça ferahlatıcı ve meyve aromalarını net hissedebildiğiniz bir şarap. Limon ve tropik meyve tatları geliyor ağzınıza. Açık sarı, berrak ve parlak bir rengi var. Buz gibi içmenizi öneririm. Tavuk ve balık yemekleriyle harika gidiyor.



30 Ocak 2011 Pazar

Cafe Du Levant

İstanbul'da kaliteli mekanların sayısı azaldı diye süşünürken, böylesi güzel bir yerle karşılaşmak ne kadar keyifliydi. Haliç kenarında Sütlüce'de bulunan Rahmi Koç Müzesinin içine gizlenmiş ve sadece özel zevklerin yansımasıyla oluşturulmuş bir mekan Cafe Du Levant. Tam bir Paris Bistrosu yansıtılmış mekanın tum ayrıntılarında. Masalar, sandalyeler, duvardaki tablolar, bardaki aksesuarlar ve su an aklıma gelmeyen bircok ayrıntı antika bir Paris havasını yansıtıyor. Mekanda çalan seçme Fransız şarkıları da atmosferi tamamlıyor. Mekanın dekorasyonunda ve şekillenmesinde Rahmi Koç ve Azize Taylan bizzat ilgilenmişler. Azize Taylan, oldukça soylu bir aileden gelen, Rahmi Koç Vakfına ait kafe ve restaurantları işleten hanımefendi. Bu arada, Cafe Du Levant'ta yaşadığım harika tecrübeden sonra, Rahmi Koç Vakfı'na ait diğer mekanları da bir bir denemeyi koydum kafama. Zeyrekhane diye bir yer varmış mesela, şu an takvimimde orası var. Tüm restoranları da aslında su sayfada (http://www.zeyrekhane.com/) bulabilirsiniz.

Ben bir cuma akşamı gittim Cafe Du Levant'a ve şaşılacak kadar boştu içerisi. Cafe Du Levant'ın tam yanında, Halat Restaurant diye bir yer var ki burası daha ciddi ve daha restaurant havasında. Cafe Du Levant ise daha samimi, daha cafe-bistro havasında bir mekan. İşin avantajlı yanı, Halat Restaurant'ın menusunu Cafe Du Levant'ta da ısmarlayabiliyor, kaliteli bir şarap eşliğinde akşamın tadını çıkarabiliyorsunuz. Cafe Du Levant'ın web sitesinde (http://www.cafedulevant.com/site) menuye, mekanın fotograflarına kadar herseyi gorebilirsiniz. Ancak menulerini genisletmisler ve web sitesindeki menunun üstüne daha da farklı lezzetler sunmaya başlamışlar ki, ben yediklerimi anlatmadan geçemeyecegim.



Fransız mutfağının lezzetleri var burada; şüphesiz böyle Paris kokan bir mekandan da başka birşey beklenemezdi. O akşam yediğimiz iki yemek te tadı damağımızda kalacak lezzetlerdi. Mantar soslu bonfile yedi arkadaşım, ağızda dağılan etin lezzeti ve sosun ağzımızı sulandıran lezzeti harikaydı. Bense portakal soslu bir ördek yedim ki, yediğim en güzel ördek yemeklerinden biriydi. Ördeğin yumuşaklığı çok özel olmakla birlikte, portakal sosunun kattığı renk, havuç ve ıspanakla zenginleştirilmiş sos aroması, başlı başına unutulmayacak bir lezzetti. Öyle ki bence bu ördek tabağı İstanbul'da pek eşi olacak bir şey değildi.



Dedim ya mekan çok tenhaydı biz gittiğimizde.. Böyle olunca özel bir ilgi de görmüş olduk, iyi oldu bir yandan. Kırmızı şarap eşliğinde yemeğimizi bitirip üstüne de kahvelerimizi yudumladık. Otopark sıkıntısı diye birşey yoktu, restoranın önünde genişçe bir alan var aracınızı bırakabileceğiniz. Tahminen müze ziyaret saatlerinde burası dolu oluyordur ama akşam müze kapalıyken sırf restoran misafirlerinin orayı doldurabileceğini sanmam. Hesaba gelince, fiyat performans açısından mutlu olduğumu söyleyebilirim. Tabi ucuz değil böylesi klas bir yer ancak burada yaşanacak bir lezzet kaçamağına değer, benden söylemesi.