26 Aralık 2010 Pazar

Sushi Meselesi

Sushi konusunda yazacak kadar uzman sayılmam ama yine de ahkam kesmek geldi içimden. Bakıyorum da sushi konusu hala bir tuhaf algılanıyor Türkiye'de.. Sosyetik gören var, hiç çiğ balık yenir mi diyen var, hiç başka yiyecek şey kalmadı mı diye çıkışan var. ızgara balık-rakı ikilisi varken çiğ balık yiyenlere aklını kaybetmiş gibi bakan var, sushi restoranlarına dadanıp habire servet ödeyen de var.. Recep İvedik filminde ekmeğe wasabi sürüp yeme fikrini işleyecek kadar kültürümüzün eleştirdiği bir yemek sushi. İstanbul'da yaşayıp cesaretini toplayıp sushi deneyebilmiş bir kesim dışında bu memlekette hala sushi nedir, neye yarar, nasıl yenir, neden insanlar çiğ balık yemek ister gibi konuları merak eden bir sürü kişi var. Sushi yiyenlerin de yarısından çoğu tekrar denemek istemiyor, yiyeni de seveni de kınıyor. O yüzden ben bildiklerimi yazayım da, eksikleri de birileri tamamlasın diye düşündüm.

Sushi sanırım herkesin bildiği gibi Japon mutfağından çıkmış bir yemek. Çok genel anlamda, çeşitli balıkların veya deniz ürünlerinin (somon, levrek, ton balığı, uskumru, yılan balığı, karides, surumi, ahtapot, tarak ve baska deniz meyveleri) başka bir takım malzemeler (salatalık, avakado, havyar gibi) ve sushi pilavıyla birlikte çeşitli formatlarda servisinin yapılmasıyla ortaya çıkan yemektir. Gelelim şu çiğ balık konusuna.. Evet, sushide kullanılan balıklar genel olarak çiğdir (gerçi pişmiş olarak yılan balığı ya da karides kullanılan sushiler de yedim) ama asıl çiğ balık diye bilinen yemek 'sashimi'dir. Yani aslında 'çiğ balık yenir mi?' yorumunu hakeden yemek sushi degil sashimidir.

Sushi beraberinde bir terminolojiyi de getiriyor tabi.

Öncelikle sushi pilavından bahsetmek gerek. Sushi pilavı, lapa bir pilav olmak zorunda. İçinde pirinç sirkesi, şeker ve tuz var. Aslına pek matah birşey değil ama kıvamını tutturmak zor diyorlar. Ben denedim, pek te zorlanmadım aslında. Bana kalırsa lapa pilav yapmak, tane tane pilav yapmaktan daha kolay :) Lapa olması için Türkiye'de önerilen pirinç markası; Sezon markalı Calroze pirinci.

Bir de sushi yosuna sarılır dedik, bu yosunun adı 'Nori'. Nori, sadece Japonyada üretilirmiş eskiden ama tabi artık her yerde üretiliyor. Dikdörtgen biçiminde kesilmiş, üst üste koyulmuş halde poşetlerde satılıyor, siyah ya da koyu yeşil bir rengi var. Aslında asya mutfaklarında bu yosun birçok yemeğin yanında katık olarak ta yeniyor. Ancak bizim damak zevkimize süper uygun olduğunu düşünmüyorum ben. Yani yemek yanında yiyecek kadar en azından.


Sushiyi yemek te bir takım terminojiyi beraberinde getiriyor. Sushi, iki çubukla yeniyor. Chopstick dediğimiz bu çubukları kullanmayı bir sushi restoranına gitmeden önce denemiş olmanızı öneririm. Özellikle büyük sushileri chopsticklerle yemek bizim gibi bu yaşa kadar chopstick kullanmamış kişiler için sıkıntı olabiliyor.

Sushi yerken yanında üç olmazsa olmaz var. Soya sosu, wasabi ve gari. Soya sosunu anlatmama gerek yok herhalde, bizim de mutfağımıza gireli çok oldu. Sushiye tuzunu veren tek şey soya sosu. Yani soya sosu olmazsa tuzsuz balık ve pilav yersiniz ki bu hiçbirşeye benzemez. Diğer önemli lezzet wasabi dediğimiz, bol baharatlı ve japon wasabi turpundan elde edilen bir macun. Wasabinin orjinal Japon turpundan yapılanı makbul ama bunun yerine başka çeşit turplardan da elde edilenleri var. Yeşil renkteki bu macun, eğer o güne kadar tatmadıysanız garanti veriyorum hayatınızda yediğiniz en tuhaf baharatlı sos. Bence keskin bir hardalla benzeşen yanları var. Wasabiden chopstickinizle bir parmak ucu kadar alıp soya sosunuzun içinde eritmeniz ve sonra da sushileri bu karışıma batırarak yemeniz önerilir. Lezzeti böyle çıkıyor bu meretin. Son olarak gari dediğimiz de zencefilin turşu hali. Bu turşu da garnitür olarak ağzınıza atıp sushinin lezzetini tamamlamanıza yarar.



Son olarak, birçok sushi mekanında yeşil çay ikram edildiğini görürsünüz. Yeşil çay ya da yaseminli yeşil çay sushi ile ya da sushi üstüne içilmesi uygun bir içecek. Tabi eğer Japon rakısı sake içeceğim diye tutturmadıysanız. Ben yaseminli çayı sushi üstüne içmeyi seviyorum. Sushi ile Japon birası (Asahi markalı) ya da kırmızı şarap önerebilirim.

Sushi tiplerine gelince;

Maki, ingilizce roll denen, sushi pilavı, balık ve başka malzemelerin deniz yosununa sarılarak servis edildiği sushi tipidir. Aslında sushi deyince akla ilk gelen makilerdir, nedense en çok bu tür tüketiliyor. Yosunun içine sarılan malzemeye göre makinin ismi değişir Çiğ balık konusundan haz etmeyen kişiler için pilav, salatalık ve avakado gibi malzemelerin sarıldığı makiler de var. Öncelikle makinin bir sushi klasiği olduğunu söylemek gerek.



Makinin de değişik tipleri var. Örneğin yosunla sarma işlemi külah biçiminde yapılırsa bunun adı 'temaki' oluyor. Elle yenen temakiler den birkaç örnek veriyorum aşağıda.



Yosun dışta, malzemeler içte bir sarma biçimi varsa bu klasik bir maki. Ancak pirinç dışta, yosun içte bir sarış biçimi var ki, bunun adı ya 'unamaki' ya da 'california roll' olarak bilinir. Batı dünyasında, siyah renkli deniz yosununun (yani Norinin) görünümünden çok hoşlanılmadığı için unamaki popüler ancak Japonya'da durum farklı. Unamaki Japonya'da çok sevilmiyor. Unamakinin dışı ya turuncu havyar ya da susamla kaplanır. Bence görüntü olarak klasik makilerden daha güzel unamakiler. Ben de western dünyadan geliyorum ne de olsa. Ancak unamakiyi muntazam sarmak biraz daha zor. Üstteki pilavın çok homojen olarak yayılması gerekiyor, yoksa şekil düzgün olmuyor.



Makiden sonra ikinci ünlü sushi tipi 'nigiri'dir. Nigiri, sushi pilavının elde dikdörtgen prizma şekli verilmesi, üstüne balık ya da karides, yengeç gibi malzemenin koyulması ile yapılır. Aslında bizim tabirimizle, pilav üstü balıktan başka birşey değil. Bazı örneklerinde balık ve pilavın bir nori parçasıyla bağlandığını görürsünüz ama şart değil. Sonuçta balık düşmeden duruyor pilavın üstünde, niye bağlıyorlar ben anlamıyorum.




Nigiri ile maki arası hibrid bir tip sushi daha var ki onun adı da 'gunkanmaki'.. Silindirik bir pirinci, yükseliği silindirin yüksekliğinden biraz fazla bir noriye sardığınızı düşünün.. Şimdi de pirincin üstüne, nori ile oluşan yüksekliğe kadar havyar ya da ton balığı karışımları doldurduğunuzu düşünün. İşte gunkanmaki böyle birşey. Bence fiziksel olarak sushi tabağına çeşit katıyor.



Bu sushi tipleri dışında sanırım başka çeşitler de var. Yosun yerine omlet ya da pancake gibi bir hamura sarılı sushiler de gördüm, direk bir tas pilavın üzerine malzemelerin serpilerek getirildiği sushiler de. Ama sanırım tüm bu isimleri akılda tutmak için sürekli sushi yemek lazım.

Benim için sushinin bir diğer özelliği prezentasyonu. Yani sofraya getiriliş biçimi. Sushi çok zarif hazırlanan, rengarenk, çeşit çeşit bir yiyecek. Bir de sofraya getirme prezentasyonu doğru hazırlanırsa gerçekten de iştah açıcı oluyor. Aşağıdaki sunumların iştah açıcı olmadığını kim söyleyebilir...





Ben Türkiye'de sushi kültürünün hala çok anlamsız bir yerde olduğunu düşünüyorum. Avrupa'da (misal Almanya'da) yiyebildiğin kadar ye mantığıyla sushi yapan bir yerde dahi süper kaliteli sushi yeme ihtimaliniz vardır ve ödeyeceğiniz para normal bir yemekten farklı değildir. Türkiyede sushi hala kalbur üstü diye görülen bir seçim. Hal böyle olunca ya güzel bir sushi restoranında ateş pahası güzel bir sushi yiyebiliyorsunuz ya da hesaplı olsun diyorsanız bol pirinç yiyip tıkanıyorsunuz. Fiyat performans dengesiyle size önerebileceğim bir mekan yok sanırım. Fiyata takmam derseniz İş Kuleler'in altında Itsumi diye bir Japon restoranı var, orayı öneririm. Diğer bir pahalı fakat güzel mekan Swiss Hotel içinde bulunan Miyako Japon restoranı. Daha uygun fiyatlı bir yerde yiyeyim, yeter ki sushi ile tanısayım derseniz Sushico restoran zincirini onderebilirim. Gerçi burada bol pirinç gerçeğiyle karşılaşacağınızı bilin isterim. Son olarak, artık büyük süpermarket zincirlerinde de paketlenmiş sushiler bulabiliyorsunuz. (Migros ve Real'de rastladım) Bu tip pazarlama faaliyetleri daha çok insanın sushi ile tanışmasını sağlayacak eminim. Yine yurt dışında dev sushi reyonları vardır süpermarketlerde, hele de İngiltere'de.. Bizim oralara gitmek için daha çok yolumuz var.

Sushi ya da sashimi için çiğ balık kullanıldığından bahsetmiştik. Çiğ yenen balığın pişmiş yenenden daha kaliteli ve taze olması gerekiyor. Ünlü sushi şefleri, balığın görüntüsü, rengi, kokusu ve menşeinden sushi için uygun olup olmadığını belirleyebiliyor. Amatörce sushi yapmaya çalışmanın ufak ta olsa riski, balığın tazeliği konusunda yanılmaktır herhalde. Sushi yapmak bizim dolma sarmak gibi birşey ama bence yine de daha kolay. Hem de pişmeden yendiği için daha pratik. Bugünlerde sushi restoranları bilinci arttırmak için sushi sarma kursları vermeye başladılar. Merak ederseniz birine ugrayın derim.

Şu Ruşeym Olayı... Ruşeymli Ekmek etc

Birkaç ay önce otobüslerin mola verdiği, birbirinden leziz gıdaların satıldığı bir mekanda, mis gibi ekmek kokularının arasında gözüme bir kelime çarptı: 'Ruşeymli Ekmek'.. Bu da nedir diye bakınmaya başladım ve fırındakilere sormaya başladım. Her sorduğum birşey söyledi ruşeym konusunda ama bir tutarlılık yoktu. Kilo yapmayan ekmek, kepekli ekmek, buğdayın en faydalı kısmının kullanılmasıyla yapılan ekmek, çok faydalı ekmek gibi birçok bol keseden sallama şeklinde cevap aldıktan sonra merakımı gidermek için olayı araştırmaya başladım.

Algıda seçicilik olsa gerek, o günden sonra da sık sık görür oldum ruşeymli un ve ekmek çeşitlerini. Meğer her yerde satılırmış bu ruşeym ama biz bilmezmişiz. Halk ekmek çeşitlerinde bile gördüm ruşeymli çeşitleri.



Ruşeym (ingilizcesi Wheat Germ) buğday tanesinin yeni bir bitki oluşturmak üzere çimlenme yeteneğine sahip olan embriyosu. Yani başka bir tabirle buğday tanesinin üreme organı :) 1 ton buğdaydan sadece 1 kg kadar ruşeym elde edilebiliyor, dolayısıyla da pahalı. Besin değeri bakımından çok zengin olduğu için de değerli. Bir buğdayın anatomisine baktığımızda, kabuğu, gövdesi ve ruşeymi şeklinde üç ana kısım var göze çarpan. Buğdayın kabuğu kepek dediğimiz kısım (bran) ve bol miktarda lif içerir, B vitaminlerinden yana zengindir. Buğdayın gövdesi, yani beyaz unun yapıldığı kısım bol miktarda karbonhidrat ve proteinler, az miktarda vitamin ve mineraller içerir. Ruşeym kısmı ise bol E vitamini, daha az B, C ve D vitamini, folik asit, fosfor, tiamin, çinko, magnezyum ve iyi bir miktarda lif içerir. Buğdaydaki proteinin %8i ruşeymde bulunur. Tam bir besin deposu olan ruşeym, ekmek yapımında kullanıldığı gibi protein destekleyen tabletlere ya da kurabiye, kek gibi fırın mamullerine eklenerek tüketilir. Yurt dışında süpermarketlerde daha da sık çıkıyor karşımıza, malum böyle besin değeri yüksek şeyleri illa önce Avrupa, Amerika keşfeder.



Unun içinde ruşeym kalırsa un hemen bozuluyormuş. Yani unun dayanıklılığını etkileyen bir malzeme ruşeym. Bu yuzden de uzun yıllar undan ayrılıp hayvan yemi gibi kullanılmış. Son zamanlarda besin değeri ortaya çıktıktan sonra popüler olarak kullanılmaya başlanmış. Şu an kurabiye, ekmek, kek gibi birçok üründe kullanıldığı gibi kozmetik ürünlerde de kullanılan bir malzeme ruşeym. Aşağıda ruşeym kullanılmış kozmetik ürünlerden birkaç örnek veriyorum.





Herşey iyi güzel de 'ruşeym' ismini kim bulmuş çok merak ettim. Çok tuhaf bir isim değil mi yahu?

24 Aralık 2010 Cuma

Hurghada'da Balık Nerede Yenir?

Mısır'da özellikle dalış sporuyla ilgilenenlerin yollarının er ya da geç düşeceği iki şehir vardır. Sharm El Sheikh ve Hurghada. Bu iki sehirde de bilinmesi gereken en önemli şey, denizin dibinin bir cennet olduğu, ancak denizin üstünde hiçbirşey olmadığıdır. Bu inanın hiç abartılı bir söylem değil. Tekneyle kıyıdan çıktığınızda suyun dışında sadece çöl, suyun içinde ise bir benzeri olmayan cennet gibi bir dunya bulursunuz. Sharm'da eğer iyi bir para vermek isterseniz lüks oteller de mevcut. Sanırım orada keyifli bir zaman geçirebilirsiniz ama biraz bütçemize dikkat edelim diyorsanız korkarım sizi bir kabus beklemektedir. Otellerde özellikle yemek kalitesini hiç sormayın. Hurghada'da ise otel hiç önermiyorum, dalış yapacaksanız teknede kalmayı planlayın derim.

Kurban Bayramı'nda bir grup arkadaş Hurghada'daydık. Gecen yıl Sharm'da yukarıda anlattığım gibi bir tecrübe yaşadıktan sonra bu yıl otelde kalmayalım, live board yapalım, teknede kalalım demiştik. İyi ki demişiz, harika bir zaman geçirdik. Ancak yemekler yine vasat sayılırdı. Tatilimizin son günü Hurghada'da limana yanaştık ve güzel bir yemek yiyelim diye karar verdik. Sağolsun gruptan bir arkadaşın tanıdıklarının da tavsiyesiyle Fish House'da bir ziyafet çektik kendimize. Hurghada'da balık nerede yenir sorusunun cevabının da Fish House olduğunu anlamış olduk.






Fish House kapısında gördüğümüz etiketlerden anladığımız üzere Thomas Cook, Tui gibi büyük seyahat şirketlerinin de tavsiye ettiği bir mekan. Hurghada merkezde Fish House'u gözden kaçırmanız pek olası değil. Buranın ana caddesi üzerinde, hayli büyük bir restaurant burası. Fish House'un en ilginç yanı alkol olmamasına rağmen rahat rahat içebildiğiniz bir mekan olması. Burada bize alkollü içecek istiyorsak dışarıdan getirebileceğimizi ancak kendilerinin servis yapmadıklarını söylediler. Çok tuhaf ama bu sistem çalıştı. Hemen dışarıda bir bakkal var ve oradan istediğiniz içkiyi alabiliyorsunuz. Tabi en pratik çözüm bira, çünkü farklı bir içki için servis düzeni yok restoranda.

Benim önerim burada menü konusunda fix bir pazarlık yapmanız. Böylesi hem daha kolay oluyor hem de hesap ne kadar gelecek diye üzülmenize gerek kalmıyor. Biz çorba, jumbo karides, balık (deniz levreği) ve salata için adam başı 50 TL gibi bir rakam ödedik. Yemeğin kalitesine göre inanılmaz ucuzdu bu rakam. Aslında öylesine doyduk ki, fazla bile sipariş verdiğimizi farkettik. Her neyse, gözümüz gönlümüz doydu, Mısır'dan da bir balık ziyafetiyle ayrılmış olduk.







Yolunuz düşerse hiç düşünmeyin, gidin derim. Afiyet olsun.

10 Kasım 2010 Çarşamba

Ispanya ve Şarküteride Et Kültürü

Geçen hafta sonu iki günlüğüne Madrid'e yolum düştü yine ve İspanyollar için yeme içme kültürünün ne derece önemli olduğunu bir kez daha hatırladım. Hani deriz ya Türkler çok boğazına düşkündür, yemek için yaşarız biz diye.. Biz Türklere böyle diyen birini görürseniz lütfen derhal İspanyollara bakmalarını söyleyin. Adamlar mütemadiyen yiyip içen bir toplum. Ayak üstü, her türlü sıkışık ortamda bir tabure çekip, küçük bir tabakta lezzetli bir tapa ya da sandviçle şarap ya da sangria yudumlayan insanlar görüyorsunuz sürekli. Çok sevimli görünüyor bana sorarsanız. Sohbet, lezzetlerle güzelleşiyor bu sıcak akdeniz ülkesinde.

Sizlere bugün özellikle her ispanyaya gittiğimde beni hayretlere düşüren sosis, salam, pastırma gibi işlenmiş et gıdalarının çeşitliliğini anlatmak istiyorum. Bu öyle atlanamayacak bir konu ki: ispanyaya giden herkesin şarküteri tavanlarına asılmış "jamon" yani domuz pastırmalarını izlediyip hayrete düştüğünü hisseder gibiyim. Aşağıda benim de domuz butlarını arkama almış keyifli bir fotoğrafım var, çektirmeden edemedim:)


Jamon aslında kelime olarak (hamon okunuyor) Ispanyol pastırması demek. Ispanyol yemek kültürü ve jamon, bizdeki döner kebap gibi. Yani tam olarak bütünleşmiş jamon ispanyol mutfağıyla. Her restoran, kafe, ev, şarküteri ve süpermarkette istisnasız en çok bulacağınız ve deli gibi de satılan bir ürün. Bu domuz pastırmasını yapmak işin hangi işlemlerden geçiriyorlar eti bilmiyorum ama üreticilerin hepsinin bu işi yüzyıllardır yaptığını, kültür mirasının bir parçası olarak gördüklerini duydum bir ispanyol arkadaşımdan. Bu pastırmanın çok kendine özel bir şekli de var (tam bir domuz butu şeklinde) ve bu şekilde hazırlanan pastırmaları tutan, kesmesine yardımcı olan aksesuarlar da geliştirilmiş.

Ispanyada Jamon Serrano ve Jamon Iberico diye iki önemli çeşidi var bu pastırmanın. Bu iki pastırma çeşidi Roma İmparatorluğu zamanında bile gurme gıdalar olarak bilinirmiş. Bir pastırmanın çeşidini ve kalitesini, hangi domuz tipinden yapıldığı, nasıl işlemlerden geçirildiği, domuzun nasıl beslendiği gibi faktörler etkiliyor. Jamon Iberico siyah bir ispanyol domuz tipinden, Serrano ise beyaz bir domuz tipinden yapılıyormuş örneğin. Hatta Jamon Iberico'nun üretildiği domuz tipi sadece iber yarımadasında bulunan, cok eski bir soymuş. (Cerdo Iberico) Doğrusu bizim gibi pastırma kültürü Kayseri'deki çemenli pastırmadan ibaret bir ülkenin insanları için dış görünüşe bakara Jamon Serrano ya da Iberico'yu ayırmak kolay değil. O yuzden aşağıdaki resimlerde hangisi hangisi ben de bilmiyorum. Ancak Ispanyaya yolunuz düşer de domuz yeme konusunda derdiniz yoksa ikisini de kesinlikle denemenizi tavsiye ediyorum. Bu arada Jamon İberico hem biraz daha kaliteli (daha uzun sürede kurutularak hazırlanıyor) hem de daha pahalı.




İspanya'nın şarküteri et ürünleri 'jamon' çeşitleri ile de bitmiyor. İspanya'da chorizo denen bir sucuk ailesi var ki onlarca çeşidini bulabiliyorsunuz. Chorizo, kurumuş kırmızı biberlerin katılmasıyla iyice kırmızı ya da siyaha yakın koyu renkte, bol baharatlı bir sucuk cinsi. İnceleri de kalınları da bulunabiliyor. Oldukça yağlı görünüyor ama lezzetli cidden. Kimi türleri pişirilmeden yenmiyor, kimi türleri de çiğ. Bir de salchichon ismini verdikleri bir sosis ailesi var, yine bundan da onlarca çeşit bulmak mümkün. Sosislerin peynirlisini mi istersniniz, biberlisini mi, her türlüsünü çarşıda pazarda rahatlıkla bulup deneyebilirsiniz. Tipik bir İspanyol tapas bara girip et ürünlerinden karışık bir tabak isterseniz birçok türü deneme şansı bulabilirsiniz. Aşağıda bizim yediğimiz tabağın fotoğrafını bulabilirsiniz. Ortada yine İspanya'ya özel Manchego peyniri, kenarlarında çeşitli chorizolar ve tabağın dış kısmında da jamon iberico dilimleri. Oldukça ağır ve kolesterolün dibini vurduğunuz bir tabak tabi bu. Eğer tavsiye isterseniz, size Gran Via üzerinde Meson el Jamon isimli restoranı önerebilirim. (Calle Gran Vía 59) Burası cadde üstünden çok turistik bir tapas bar gibi görünse de özellikle et ürünleri üzerine yoğunlaşmış bir mekan, servis hızlı, fiyatlar da makul. Üstelik te Gran Via gibi herkesin Madrid'e gittiğinde gezmeden yapamayacağı işlek bir cadde üzerinde.


İspanyada şarküteri kültürü o kadar gelişmiş ki ürünler sadece kapalı şarküteri dükkanlarında değil aynı zamanda da halk pazarı formatında standlarda satılıyor. Bu ürünleri herkes o kadar yoğun tüketiyor ki, pazarda bir standın yanında durup ta insanların ne kadar ve çeşitli ürünler satın aldıklarını izlemek insanı şaşırtıyor. Bu kadar kolesterolü ne yapıyor bu İspanyollar dersiniz? Cadde üstüne kurulmuş pazarlardan üç beş poz aldım Madrid'de gezerken, aşağıda birkaç örnek. Et ürünlerini seviyorsanız ve domuz eti konusunda dini bir sınırlamanız yoksa İspanya'ya gittiğinizde bu ürünleri deneyin derim. Lezzetten parmaklarınızı yiyorsunuz. Sizi uyarmak istediğim tek bir çeşit var ki bunu ben de denemeye pek cesaret edemedim. Genellikle tezgahlarda gördüğünüz en koyu renkli sosisten bahsediyorum ki ismi İspanya'da 'morcilla', almanca'da 'blut wurst', ingilizcede de 'black pudding'. Bu sosis, domuzun kanını kaynatıp yoğunlaştıktan sonra içine yağ, pirinç, soğan gibi malzemeler katarak dondurarak yapılan bir ürün. Bana göre değil, denerim diyorsanız helal olsun der afiyet olsun dilerim :)






29 Eylül 2010 Çarşamba

Baharat Adası Zanzibar...

Uzunca zamandır yazamadım, sebebi malum tatil mevsimi. Bana biraz geç geldi tatil mevsimi bu yıl ama güzel geldi. Ağustos sonunda 10 günlüğüne Tanzanya'ya kaçtık tatile. Öyle güzel bir tatildi ki ben bir girdim mi anlatmaya, susmak bilmiyorum. O yuzden burada hiç başlamayacağım detaylara ama ola ki içinizde Tanzanya'ya gitme planları ya da konu hakkında detaylı merakları olan varsa bana bir mail atsın, zevkle anlatırım.

Gezi boyunca bloğumda ne yazacağımı düşündüm durdum. Tanzanya'da anlatacak birçok şey var ama mutfağa gelince durum biraz farklı. Özellikle mutfak kültürü çok zengin olan İtalya, Fransa ya da asya ülkeleri yanında Tanzanya'nın yemeklerinden bahsetmek biraz haksızlık olur diye düşünüyorum. Tabi böyle dedim diye anlatılacak hiçbirşey yok demek te istemiyorum. Adamların güzel yemekleri var, hatta beni şaşırtacak kadar türk yemeklerine benzeyen lezzetler yakaladık orada. Mesela mercimek çorbasını bizim gibi yapan bir ülke burası:) tuhaf geldi bize. Gel gelelim Afrika yiyeceğin çok bol olmamasından mıdır, insanların fakir olmasından mıdır bilmem, 'yemek yeme' eyleminin zevkten öte ihtiyaçtan olduğu bir yer gibi geldi bize. İnsanların oturup keyiflendiği ne güzel bir restoran gördük ne de kaldığımız otellerde kayda değer unutulmayacak bir lezzet. Tropik meyvalara değinmeden geçmek haksızlık olur ama her durumda Tanzanya mutfağının bizi çok etkilediğini söylemek pek dürüst olmaz.

Her ne kadar yapılan yemeklerden çok etkilenmemiş olsak ta sizlerle paylaşmak istediğim etkileyici bir konu bulduk oralarda: Zanzibar'ın baharat bahçeleri... Gezimizin ikinci yarısını geçirdiğimiz Zanzibar'ın dünya baharat pazarının en önemli oyuncularından biri olduğunu söylemek yanlış olmaz. Tarihte bu ada baharat ve köle pazarlarının en yoğun olduğu yermiş ve bugüne kadar da bu baharat bahçeleri konumunu korumuş. Özellikle karanfil üretiminin çok yoğun olduğu Zanzibar'da turistlere baharat bahçelerini gezdirmek te bir aktivite haline gelmiş. Özellikle turistlerin gezip te her türlü egzotik bitkiyi ve baharatı görebilmeleri için bahçeler oluşturmuşlar. Buralara her otel, her turizm acentası veya yoldaki tüm Zanzibarlı yerliler tur düzenliyor. Öyle ki Zanzibar'a indiğiniz andan itibaren sayısız kişi yanınıza gelip 'spice tour' teklifi yapıyor. Otel resepsiyonu dahil bu işgüzarlığa.. Biz aslına biraz irite olduk böylesi ayağa düşmüş bir turistik aktiviteden ve önce yapmayalım biz bu spice touru diye karar aldık. Adayı gezmek için Ismail isminde bir hintliden bir cip kiralamıştık ki bize arabayı kiralayan adamla laflarken konu oldu tekrar, adam bize hiçbir tura ihtiyaç duymadan baharat turu yapmanın yöntemini söyleyince koyulduk yola.


Zanzibar'ın merkezi olan Stonetown'un yaklasık 5-6 km dışında bir baharat bahçesine daldık. Önden biraz pazarlık etmek gerekiyor çünkü afrikalılar beyaz adam gördüklerinde hemen akıllarına gelen fiyatı söyleyip sizi soymaya kalkışıyorlar. Bizi buraya gönderen Ismail ne ödememiz gerektiğini de söylemişti allahtan :) Girdiğimiz baharat bahçesinin ne kadar büyük ve çeşitli bitkiye ev sahipliği yaptığını girerken anlayamamıştık. Her ne kadar pazarlık ettiysek te bizi gezdiren çocuklar da hakkını verdiler. Hatta sonuçta biz onlara pazarlığımızın üstünde para ödedik üstün hizmetleri karşılığı.. Keyifli bir bir iki saat geçirdik orada. Neler gördük neler..

Burada her baharatı birer birer anlatıp sizi sıkmak degil amacım ama bizim her daim kullanmadığımız birkaç çeşit var ki onlara değinmeden geçmeyecegim. Bir de tüm gördüğümüz baharatların resimlerini ekliyorum buraya.. Benim gibi, birçoğunuzun bu bitkilerin taze halini görmediğinizi düşünüyorum

Kara ve beyaz biber.. Sağımızda (bize gore sol) gördüğünüz agaçtan toplanan biberler gördükleri işleme göre beyaz ya da karabiber olarak satılıyor.


Jackfruit.. Cok tuhaf bulduğum bir tropik meyvedir. Adeta bizim karpuz kavun büyüklüğünde bir meyvenin ağaçta yetişmesi gibidir bu meyve. Türkiyede çok sık bulunmasa da dünyanın birçok yerinde gerek büyük, dikenli meyveler olarak gerekse konservede satılır ve sevilir. Tadı ananası andırsa da o kadar güzel olduğunu düşünmüyorum ben. En büyük merakım nasıl olup ta bu meyvenin insanların kafasına düşüp kaza çıkarmadığı..





Vanilya.. Bu mis kokulu bitkinin siyah, daldan uzanan bir sap gibi göründüğünü tahmin eder miydiniz? Kokladıktan sonra emin oluyorsunuz bu bitkinin vanilya oldugundan. Harika birsey bu, insanın içini kıpır kıpır yapan bir koku.



Zencefil, artık ülkemizde de iyi tanınmaya başladı. Kurabiyesinden çayına, yemeğinden tatlısına kadar birçok şekilde kullandığımız zencefilin bitkisinin cılız bir daldan ibaret olduğunu bilmiyordum. Zencefil bir kök bitki ve Zanzibarlılara göre üremesi cok ama cok kolay. Bizim icin boyle degil sanırım durum, marketlerdeki taze zencefil fiyatlarına bakınca..




Starfruit- Yıldız meyvesi, bizde tropik meyve reyonlarında yuksek fiyatlara satılan, sonra da yerken limon gibi tadına bu fiyatı verdiğimiz için hoşnutsuzluğumuzu bildirdiğimiz bir meyve. Dalda, benim alnımda durduğundan çok daha sevimli durduğu bir gerçek..


Kardamom bizim mutfağımızda çok kullanılan bir baharat değildir ama hint mutfağında çok kullanılır. Kokusu güçlü, aromatiktir. Orta doğu yemeklerinde, tatlılarında, çay ve kahvelerinde kullanılır. Bizim mutfağımızda da kardamom tohumlarını hoşafa koyup kaynatanlar duydum. Şifalı olduğu da söylenir bu baharatın. Bilenleriniz belki bitkisini de merak eder diyerek ekliyorum aşağıdaki fotoğrafları




Tarçınkabuğu kaynatıp kokusundan mest olmayanınız yoktur herhalde. Ya da bembeyaz ve buz gibi bir sütlaçın tarçınla birleşerek aldığı kokuyla kendinen geçeniniz. Ben tarçına bayılırım ama ağacıyla tanışana kadar bu kadar neden sevdiğimi anlamazdım bu baharatı. Ne güzel bir ağaçmış tarçın ağacı. Yapraklarını elinizle ovaladığınızda harika bir baharat kokusu çıkıyor, tıpkı defne ile karabiberin bir harmanıymış gibi. Sonra kabugunu çakınızla kazıyorsunuz o güzelim tarçın kokusu çıkıyor ortaya. Kabukları kuruttuğunuzda o kıvrık halini alıyor ve ağaç kabuğunu birkaç ay içinde onarabiliyor. Son olarak bu kutsal ağacın köklerini kazıyorsunuz ve yonttuğunuzda tam bir ökaliptus kokusu çıkıyor ortaya. Kaynatıp solunum yollarınızı açabiliyorsunuz. Keşke heryerde yetişseydi tarçın..



Aloe vera'nın resmini de aşağıya yerleştirdim ama doğrusu hakkında çokbirşey bilmiyorum bu bitkinin. Kozmetik ürünlerimde ve bazı ilaçlarda kullanıldığını biliyorum gerçi ama tam neye yarar bir fikrim yok.

Kasava diye tuhaf bir kök bitkiyle tanıştım Tanzanya'da. Sadece Zanzibar'da degil Tanzanya'nın her tarafında çok meşhur, sebze diyebileceğim bir kök bitki. Aşağıda neye benzediğini görebilirsiniz. Kök kazılıp kasava çıkartılıyor, patates gibi ancak şekil olarak irice bir uzun turpu andıran bu bitkinin kabukları kalın kalın soyulduğunda bembeyaz bir sebze çıkıyor ortaya. Yer elmasının sütlüce bir tadı olanını düşünün, işte böyle kasavanın tadı. Tanzanyada bu bitki bizim salatalık, havuç, yer elması yediğimiz gibi kıtır kıtır çiğ olarak yeniyor ya da yemeği yapılıyormuş. Ben tadını çok sevdim, yemeğini yemedim tabi.





Papaya Türkiyede de son zamanlarda çok bulunur oldu. Turuncu, kavun tarzında ama kavundan biraz daha tatsız, biraz da kavundan küçük bir meyve papaya. Kestiğinizde ortasından sert, küçük, siyah çekirdekler çıkıyor. Ben çok severim bu görüntüyü. Tıpkı yukarıda bahsettiğim jackfruit gibi bu büyük meyve de ağaçta yetişiyor.. hatta palmiye tarzı çok yüksek ağaçlarda..






Karanfil konusu Zanzibar için büyük. Zanzibarlılar uzun yıllar dünyanın en büyük karanfil üreticisi olmuşlar. Karanfil bahçeleri uçsuz bucaksız, karanfil ayıklayan kadınlar her ağacın dibinde. Karanfil dallarını önlerine yığıyor ve birer birer koparıyorlar karanfil tanelerini dallardan. Sonra da güneşin altına serip kurutuyorlar.


ğ


Mango ağacını bu gezi öncesinde sorsalar palmiye tarzında bir ağaç olduğunu söylerdim ama hiç öyle değilmiş. Aşağıdaki ağaç bir mango ağacı, neredeyse akdeniz meyve bahçelerindeki ağaçlara benziyor..

Tayland mutfağını bilenler, lemongrass denen mis kokulu ağaçsı bitkiyi de iyi bilirler. Özellikle tayland mutfağının çorbalarında ya da curry tipli yemeklerinde hafif ekşimsi aromatik bir tadı vardır bu bitkinin. hatta çorbanın içinde bırakılırsa kazara ağzınıza atıp ağaç çiğniyormuş gibi hissettiğiniz bir bitki olabilir lemongrass. Aşağıda bu bitkinin resimlerini post ediyorum.




Ananas hepimizin çok sevdiği, sulu, tatlı, lifli harika bir meyvedir. Ananasın bitkisini gördüğümde şaşırdığımı söyleyebilirim. Resimde gördüğünüz şekilde her bir bitkinin üstünde bir adet ananas yetişiyormuş. Tarlasını düşündüm de çok tuhaf görünüyordur herhalde. Kocaman kocaman ananaslar, herbiri bodur ağaçlarda, büyükçe bir çiçek gibi, her bitkinin üstünde bir meyve :) Ama çok güzel bence


Son olarak sizlerle, yerlilerin hindistan cevizi toplamak için o upuzun palmiyelere nasıl tırmandığını görebileceğiniz videoları paylaşıyorum aşağıda. Benzetmek ne kadar doğru bilmiyorum ama abartısız maymunlar kadar rahat tırmanıyorlar ağaçlara. Çok eğlenceli onları izlemek. Birkaç kuruş bahşiş te verdiğiniz zaman sizin için hindistan cevizlerini koparıp pipetle suyunu ikram ediyorlar.. Harika insanlar aslında, tüm tatilimiz boyunca sürekli güleryüzlü insanlarla karşılaştık Tanzanya'da. Burası tekrar tatil yapmak isteyeceğim kadar renkli bir ülke, herkese tavsiye ederim.