18 Eylül 2011 Pazar

Ramazanda Sultan Ahmet

Ramazan geçeli birkaç hafta olduysa da ben önümüzdeki yıl da benzer bir aktivite yapılacağını umarak size Ramazan'da Sultan Ahmet'i anlatmak istedim. Aslında meşhur olan Feshane'dir ve oraya da gitmek gerek elbet ama bence bu yıl Sultan Ahmet meydanı Feshane'den daha ziyaret etmeye değerdi.

Sultan Ahmet civarına Ramazan'ın getirdiği özel bir hava her zaman olmustur. Gerek camilerin etrafında insanların kalabalık gruplar halinde iftar ve sahur zamanı vakit gecirmeleri, gerek türbe ve medrese ziyaretleri için mekanların geç saatlere kadar açık tutulması, gerekse sema göserileri ya da halk konseri gibi aktivitelerin caddeleri doldurmasıyla gelen bir canlılıktır bu. Ancak bu yıl tüm bunların yanında bu yıl beni etkileyen konu, ilçe belediyesinin organize ettiği, Asırlık Tatlar ve Sanatlar Çarşısı'ydı.



Tam Sultan Ahmet Meydanı'nın ortasına fuar misali bir cadde olusturup buraya hem el sanatları hem de geleneksel tatları sergileyecek bir mekan olusturmuslar. Çarşı hem yerli hem de yabancı turistler açısından harika bir tanıtım fırsatı olduğu gibi burada sergilenen el sanatlarını hiçbir yerde görme şansını bulamayacağını düşündüğüm çocuklar açısından da süper bir eğitim alanıydı bence. İlkokula Amerikan, Alman ve Fransız ekolu ile özel okullarda devam edip iki üç dil öğrenerek büyüyen çocuklarımızın kaç tanesi iğne oyası, hat, ebru, bakır, ahşap el işlemeleri, sedef kakma sanatı gibi eski türk el sanatlarını görme ve üretilen eserlere dokunma fırsatı buluyor ki? Bu nesil için belediyelerin verebileceği en değerli hizmetlerden biri, böyle güzel bir ortamda en güzel eserlerin sergilenmesi ve satılması olabilir herhalde.

Sedef Kakma Sanatı

Bakır İşçiliği


Bunlar bir yana, tanıtılan lezzetleri de anlatmak gerek tabi. Her yanda Osmanlı Macunu satılıyor bir kere. Çubuğa dolanarak yenen o renkli ve aromalı şekeri yalayarak yiyen keyifli çocuklar ve daha güzeli yetişkinler görüyorsunuz her yerde. sonra Osmanlı Şerbetleri .. Konyalı Restoran sağolsun, burada o nefis şerbetlerini buz gibi sunuyor. Demirhindi şerbetini ilk kez tadan o kadar çok kişi var ki. Gül şerbeti, kakuleli limon şerbeti ve saray şerbeti de içebilirsiniz burada. Saray şerbeti benim favorim bu arada.. Ahududu, vişne, kuşburnu gibi kırmızı meyvelerle yapılıyormuş, harika bir lezzet. Mado, Güllüoğlu, Çamlıca simidi, İzmir lokması, ballı ballı tatlıları, Mesir Macunu, Helvacılar, Vefa Bozacısı ve daha unuttuğumu sandığım nice lezzetler bu çarşıda bulabildikleriniz. Güllüoğlu'nun baklava hamuru açıp, arkasından tuttukları gazetenin okunabileceği incelikte hamuru gösterdikleri bir şov bile izledim bu çarşıda.


Kalori ve Enerji Bombaları


Turçucular



Osmanlı Macunu


İstanbul'un sorunu kalabalık haliyle burada da bir sorun. İğne atsan yere düşmez bir durum var. Çarşıdan aldıklarınızı yemek için oturacak yer bulamıyorsunuz. Yine de güzel bir mekan.

Çıkışında da tarihi Sultan Ahmet Köfteci'sine bir uğrayın derim. İnanamadım adamların sattığı köfte miktarına. Sandviç alabiliyorsunuz ya da oturup yiyebiliyorsunuz. Restorana girerken köftenin piştiği yere doğru şöyle bir kafanızı uzatmanızı öneririm. Hayatınızda hiç görmediğiniz kadar köfte görmek isterseniz tabi.


Sultan Ahmet Köftesi

Benim önerim bir dahaki Ramazana bu mekan açılırsa kesinlikle kaçırmamanız ve çocuklarınızla birlikte gitmeniz. Bir de bizim gibi aksam saatinde değil akşam üstü gidip biraz daha vakit geçirin derim. Öğrenecek çok şey var orada.




Eskihisar'da Balık Restoranları

İstanbul'un yaz kalabalığından kaçma hevesimiz her hafta sonu yeni mekanlar araştırıp bulmaya teşvik ediyor bizi. Bu yaz da gerek yanlız kalıp deniz kıyısında sakin sakin gazete dergi okumak istedigimde, gerekse güzel bir balık yemek için gitmeye başladığımız bir yer var: Eskihisar.

Eskihisar'ı birçoğumuz Topçular feribot iskelesinden Yalova'ya geçmek için kullanırız. İşte tam o feribot iskelesinin dibinden başlayan bir küçük köy var Eskihisar'da. Sahil boyunca uzanan balık restoranları ve kafeleriyle hafta sonu için çok sevimli bir kaçamak mekanı bence. Sahilde eski birkaç köşk ve keyifli bir sahil yürüyüşünün sonunda ulaştığınız Eskihisar kalesi de mekanı daha keyifli yapıyor. Hafta sonları köy halkı, İzmit ve İstanbullularla dolu oluyor burası da ama ne yapsanız İstanbul gibi keşmekeş olmuyor. O kadar kalabalık değil, oradaki kalabalık ta tıpkı yazlık mekanlardaki gibi çekirdek çıtlayıp sahilde yürüyüşe çıkmış çoluklu çocuklu aileler. Yani siz balığınızı, mezenizi yerken canınızı sıkacak bir barbekü kokusu, gürültü patırtı ya da anlamsız müzikler yok. Balık restoranlarının birçoğunda hafif meyhane edası var. İçeride çalan sanat müziği ve ahşap dekorlar bunu düşündüren. Ben şu ana kadar birkaç tanesini denedim, hepsinde tazecik balıklar, yumuşacık ahtapot salataları, harika karides söğüşler yediğimi söylemeliyim.

Sakinlik arayanlara öneririm... Fiyatlar da gayet makul. Ben son gittigim mekanın fotografını koyuyorum asagıya ama bence hepsi aynı.

Eskihisar Sahil Restoran

New England Clam Chowder - Deniz Tarağı Çorbası

Amerika'nın doğu kıyısında, New York'un kuzeyinde neredeyse her yerde karşınıza çıkan bir lezzetten bahsedeceğim bugün. Clam Chowder; yani tam Türkçe çevirisiyle Deniz Tarağı çorbası benim şu ana kadar hiç duyduğum ya da yediğim birşey olmadığı için ilgimi çekti ilk karşıma çıktığında. Amerika seyahatim sırasında neredeyse her deniz ürünü servisi yapan restoranın menüsünde değişmez olarak görünce daha da ilgim arttı. Son olarak, tam fast food restoranların gruplandığı food court tadında mekanlarda bile kocaman levhalarla yazılmış olarak Clam Chowder lafını görünce araştırıp öğrenmeye karar verdim bunun nasıl bir yemek olduğunu. Bu arada Clam - yani deniz tarağı nedir diye merak edenler için aşağıda resmini de koyuyorum.



Deniz Tarağı


Bence olayı çok komplike hale sokmak anlamlı değil; bu meşhur yemeği özetle içinde deniz ürünü de bulunan, bol kremalı ve kıvamlı sebze çorbası olarak nitelemek mümkün. Deniz ürünlerinin sıklıkla bulunduğu Boston gibi merkezlerde neredeyse her yerde bulunmasını da doğal karşılamak lazım, insanlar asırlarca bulundukları yerlerde en çok ne bulurlarsa onunla lezzetler üretmişler; burada da konu aynı.

Clam Chowder, patates, kereviz, havuç gibi sebzelerle birlikte, deniz tarağı ya da yengeç, surumi gibi deniz ürünlerinin birlikte haşlanması, diğer tarafta da soğan ve unun kavrulup, krema ile kıvamlı hale getirildiği suya katılması ile yapılan, çok doyurucu bir yemek. Bir tabak bu çorbadan içtiğinizde aslında tüm öğün yerine geçiyor. Bir de Amerikan porsiyonlarını düşünürseniz çorba kaselerinin de tencereye yakın büyüklükte olduğunu da unutmamak gerek tabi.


Clam Chowder


İlginç olan, Clam Chowder öyle benimsenmiş ki buralarda, restoranlarda çorba olarak sunulmak dışında fast food restoranlarda da sunuluyor. Buralarda sunum biçimleri de ilginç.. Ya plastik kaselerde çorba gibi alabiliyorsunuz; ki bu daha az ilginç olan yöntem; ya da top gibi pişirilmiş ve içi oyulmuş bir ekmeğin içine doldurularak servis yapılıyor. Yani ekmek öyle dayanıklı ve çorba öyle kıvamlı ki siz yerken eriyip gitmiyor.

Ekmek içinde sunulan Clam Chowder